Bir dönem moda olup sonrasında kabak tadı veren birçok unsur var hayatımızda. Sanırım hepimizin restoranlara adım attığımızda içimizi daraltan, “Yine mi bu?” dediğimiz anlar olmuştur. İşte lokantalarda zamanında trend olup, artık görmekten usandığım 5 şey
Bu yazımın ilham bir kaynağı var. Geçen hafta Los Angeles Times’ta ‘restoranlarda servis edilmesinden bıktığımız 5 ürün’ isimli hayli keyifli bir makale yayımlandı. İlk 5’e giren tüm yemek ve malzemeler ABD’nin kendine has restoran yapısının bir parçasıydı ve liste şu şekilde sıralanıyordu:
1- Trüf yağı
2- Istakoz ve peynir karışımlı makarna
3- İçine wasabi konulmuş patates püresi
4- Frambuazlı salata sosu
5- Bourbon’la marine edilmiş tüm yemekler
Bu yemek ve ürünlerin görüldüğü gibi bizimle pek alakası yok. Amerikalılar bunlardan sıkıla dursun, kendimce restoranlara gittiğimde en çok rahatsız olduğum 5 unsuru aramaya başladım. Biraz düşününce aklıma o kadar çok şey geldi ki, ilk 5’imi yapmakta zorlandığımı itiraf etmeliyim.
1- Kötü malzemelerle hazırlanan set kahvaltılar: En sevdiğim ve değer verdiğim öğün kahvaltıdır. Katlanamadığım şeyse, güzel bir hafta sonu sabahı, arabaya atlayıp bir sürü yol teptikten sonra, birçok Boğaz kıyısındaki restoranda ve anlı şanlı otellerde üçüncü sınıf peynir, zeytin ve kahverengileşmiş yumurtalara maruz kalmak. Bu listeye uyduruk salam ve sucukları, az meyvalı bol sulu reçelleri, sentetik kokulu balları, tereyağı diye sunulan margarinleri, soğuk ekmekleri ekleyebilirsiniz. Kahvaltı hazırlamak için uzay mühendisliği diplomasına gerek yok. Yapılması gereken tek şey, kaliteli ve taze ürünleri doğrayıp, prezantabl şekilde masaya koymak. Kötü bir kahvaltının özürü olmaz.
2- Toplu oturtulduğunuz büyük ve komünal masalar: ABD kafelerinde başlayan, ‘başkalarıyla paylaşmak zorunda olduğunuz masalar’ı hiç sevemedim. Yalnızları sosyalleştirmek için pazarlanan bu stratejiyi, belki yalnızca bir kahve içtiğim yerlerde bir şekilde kabul edebiliyorum da, adam gibi yemek yediğim ve dünyanın parasını ödediğim lokantalarda maalesef aklım almıyor.
3- Mönüsünü senede bir kez dahi değiştirmeyen lokantalar: Bir restoranı ayakta tutan şey, müdavimleridir. Senede bir defa gelen müşteriden lokantaya hayır gelmez. Bu gerçeği bile bile, tembellikten mi yoksa repertuar eksikliğinden mi karar veremediğim, aynı mönüyü seneler boyunca temcit pilavı misali misafirlerinin önüne koyan lokantaları kınıyorum.
4- Kirli tuvaletler: Sevgili Güngör Bey’in (Uras) hoş bir saptaması var. Kendisi lokantaların temiz olup olmadığını öncelikle tuvaletlerine bakarak değerlendirdiğini söyler. Hocam yerden göğe kadar haklı. Hiçbir restoranın, para verip gelen misafirlerini pis tuvalete sokmaya hakkı olamaz.
5- Ter kokulu garsonlar, lekeli şef önlükleriyle dolaşan aşçılar: Gastronominin yıldızının son yıllarda yükselmesiyle birlikte, aşçılık ve garsonluk itibar kazanmaya başladı. Bunda, yaygınlaşan eğitimin ve artan sektör ücretlerinin de büyük rolü var. Yeme-içme işinin bir şekilde rayına girmeye ve saygınlık kazanmaya başladığı bu süreçte, hiçbir garson veya aşçının lekeli elbiseler veya ter kokusuyla bu sektörü sabote etmeye hakkı olmadığını düşünüyorum.