Geçen hafta, tüm dünyadan artisanal gıda üreticilerinin bir araya geldiği Salone del Gusto’daydım. “Torino’da kendimi kaybettim” desem yalan olmaz
Bir çocuk için oyuncak dükkanı ne ifade ediyorsa benim için de Torino’da Salone del Gusto aynı etkiyi gösterdi. 2 binin üzerinde adil, temiz ve artisanal üreticinin katıldığı bu etkinlikte, İtalyanlar ev sahibi olarak ağırlığı oluşturuyordu. Kendi aralarında bölge bölge ayrılan İtalyanlardan sonra Avrupalılar ve tüm dünyadan üreticiler vardı.
Peynir, şarküteri ürünleri, zeytinyağı, makarna çeşitleri, çikolatalar, kahve, bira, şarap, puro ilk aklıma gelen oyuncaklar. Her üretici kendi standında ürünlerini küçük küçük tattırıyor. Eğer tadımlık değil de, doyumluk yemek istiyorsanız, birkaç euro verip satın alabiliyorsunuz. Ben birkaç kilo almışımdır...
Aldığım peynirler enfes
Fuar keyifli olduğu kadar öğretici de. Birayla aram pek yoktur. Ama kuzey İtalya’da üretilen artisanal biraları daha önce keşfedemediğim için üzüldüm. İçtiğim en güzel biralardı. Toskano’da puro üretildiğinden de haberim yoktu. Fuar alanında Toskano bölgesinde bir kadının puro sardığını görünce, ilk anda gözlerime inanamadım.
Toskano deyince aklıma birçok şey gelirdi ama puro değil. Denedim ve tadı hiç fena değildi. Fuar alanında satılması yasak olduğundan fiyatını havalimanında gördüm. İtalyanlar hiçbir şeyi ucuza satmadıklarından puronun da fiyat-kalite dengesini biraz adaletsiz buldum.
Fuardan dört değişik ‘parmigiano reggiano’ peyniri aldım. Aynı üreticinin dört, üç, iki ve bir yıl dinlendirilmiş peynirlerini. Sevgili Metin Ar, bundan bir süre önce bana İtalya’da üç
Michelin Yıldızlı bir lokantada yediği yemeği anlatmıştı. Yemek oldukça basit; parmesan peynirli lazanya. İncecik hamurlar açılıyor. Önce bir kat incecik hamur, üzerine beş yıl dinlendirilmiş parmesan peyniri. Üzerine bir kat daha hamur, onun üzerine de dört yıl dinlendirilmiş parmesan peyniri. Ve bu en üste taze parmesan peyniri gelene kadar devam ediyor. Yemeğin üzerine de birkaç dilim beyaz truf. Bir çatalla bütün bu katlardan bir parça aldım, her peynirin (esasen aynı peynirin birbirinden farklı yılları) ağızda müthiş bir lezzet patlaması yaratacağı fikriyle... Yemek son derece basit ama bir o kadar da sofistike. Yapmak için sabırsızlanıyorum şimdi...
Türkiye’den tek katılımcı Kayra Şarapları’ydı. Dünyanın ücra ve gelir olarak bizden daha kötü uluslarından bile bizden daha fazla katılımcı olması biraz üzüntü vericiydi tabi. Son yıllarda giderek artan sayıda butik üreticilerimiz var. Fuara katılım ücreti de, ulaştığınız basın ve tüketici sayısıyla mukayese edildiğinde oldukça makul. Tahmin ediyorum gelecek yıllarda daha fazla katılımcımız olacaktır.
TORiNO’DA iKi GÜZEL LOKANTA
Aslında birincisine ‘lokanta’ demek haksızlık olur. Marchesi Alfieri şatosu, Alba ile Asti arasındaki tepelerde kalıyor. ‘Alba’ denilince akla ilk gelen şey beyaz truf; ‘Asti’ denilince Barbera D’asti şarapları. Güzel bir dolunay akşamı, şatoda üretilen şaraplar eşliğinde 300 yıllık Murano avizelerle aydınlatılan bir odada muazzam bir yemek yedik. Şef Kaliforniyalı’ydı. Her yıl truf toplama ve bağ bozumu zamanı bu şatoya gelip yemek yaparmış. Şef olmanın keyifli yanlarından bir tanesi diye düşündüm.
İkinci restoran ise tam Torino’nun içerisinde ‘Del Cambio’ isimli Michelin Yıldızlı bir lokanta. Yemekleri basit ama çok lezzetliydi. En ilginci ise bu lokantanın 1750’den bu yana hizmet veriyor olması. Tam 260 yıl ve bilmiyorum kaç kuşak... Darısı Türkiye’deki restoranların başına...