Soğuk ve yağıştan pek az insan haz eder. Özellikle kış günlerinde parıldayan güneş ve bulutsuz havalar birçokları için paha biçilmez bir keyif. Bu kış bol bol yaşadığımız bu keyif için, yakın gelecekte acı bedeller ödeyeceğiz.
Türkiye’nin sahip olduğu 24 milyon hektar tarım arazisinin yüzde 80’i, yani yaklaşık 19 milyon hektarında yağışa bağımlı olan kuru tarım yapılıyor. Bir başka deyişle, yağmura ve kara korkunç derecede ihtiyacımız var.
Ülke olarak geçtiğimiz ekim-ocak ayları süresince, geçen seneye göre yüzde 40, mevsim normallerine göre ise yüzde 30 daha az yağış almışız. Bunun sonuçlarını hem ekonomik, hem de ürün kalitesi anlamında yaşamaya başladık bile. Ispanaktan karnabahara, pırasadan kerevize nerede ise tüm kök sebzelerinde bir garip tatsızlığın olduğunu herhalde söylemeye gerek yok.
Bizi kötü bir yaz mevsiminin beklediği de aşikar. Zeytinden üzüme, buğdaydan narenciyeye birçok üründe alınacak hasattan endişe duyuluyor. Bununla birlikte her ne kadar kuraklık denince akla ilk önce tarım gelse de, esasen daha çok etkilenen hayvancılık sektörü oluyor.
Yem bitkilerinin üretimi azalınca, bunun doğrudan ete ve süt ürünlerine yansıması olacak. Gelirinin yüzde 20’sini gıdaya harcayan bir ülke olarak tarımsal kuraklık, herkesin kesesini bir şekilde yakacak.
DERS ÇIKARMIYORUZ!
Peki ne yapmak lazım. Öncelikle yumurta kapıya dayandığında değil, kuraklık baş göstermeden bu konuda çalışma yapmak ve bir politika geliştirmek gerekiyor. Birçoklarının ilk çıkış yolu olarak aklına gelen ithalata saldırmanın tarım ve hayvancılığımızı hangi noktalara getirdiği ortada. Amaç günü kurtarmak değil, uzun vadeli sağlıklı planlar yapmak olmalı. Tarım üretiminin, benzer kuraklıkların yaşandığı 2001’de yüzde 8 ve 2007 yılında yüzde 7 küçüldüğü düşünülürse, bunlardan yeterince ders çıkarmadığımız anlaşılıyor.
İki problemimiz var. Birincisi tarım sektöründe işletme yapısının küçük ve çok parçalı olması. İkincisi ise sulanabilir alanların düşük olması nedeni ile yağmura olan bağımlılık.
Hatamız ise her 5-6 yılda bir yaşadığımız kuraklığa rağmen bu konuda yeterince ar-ge yatırımı yapmamış olmamız. En temel sorunumuz ise doğayı yeterince koruyamamamız.
Kuraklık, doğanın bize gönderdiği bir alarm mesajı. Bu mesajın giderek daha sık aralıklarla gelmesi ise korkutucu.
Nüfusunun ihtiyacını karşılayabilecek yeterlilikte toprak ve su kaynağına sahip ender ülkelerden bir tanesi olarak, şansımızı bu kadar kötü kullanmaya hakkımız yok.
Bunun hesabını ne çocuklarımıza ne de vicdanımıza verebileceğimizi düşünmüyorum...