Farklı ülkelerden altı şef, İsviçre’deki Neuchatel Gölü kenarında kahve, gastronomi ve daha fazlasını konuşmak için bir araya geldik
Geçen hafta Nespresso’nun davetiyle iki günlüğüne İsviçre’ye gittim. Davet esnasında farklı ülkelerden şeflerin katılımıyla hem kahve hakkındaki bilgilerimizi tazeleyeceklerini hem de gastronominin gidişatı hakkında görüşlerimizi öğrenmek istediklerini söylediler. Doğrusunu isterseniz, geziyle ilgili büyük beklentilerim yoktu. Klasik olarak tesisleri gezip biraz kahve deneyeceğimizi, sonunda da beraber bir akşam yemeği yiyeceğimizi düşünüyordum. Bu söylediklerimin hepsini yaptık yapmasına ama içerik olarak da derin ve öğretici bir programdı.
Herkes aynı şeyden şikayetçi
Katılımcı şeflerin hepsi hem kahve hem de yemek konusunda tutkulu isimlerdi. Hayatlarının çok uzun senelerini yeme-içme sektörüne adamış, 2-3 Michelin Yıldızı almış olan şef ve restoran sahiplerinin sorunları ortaktı. Bu durum şaşırtıcı olduğu kadar rahatlatıcıydı da. Hepsi artan rekabetten, yüksek vergilerden, genç ve kabiliyetli aşçı bulmanın zorluğundan, fine-dining lokanta işletmenin meşakkatinden bahsetti. Ortak ses; maddiyatı dert etmeden ve tüm etiketlerden arınıp sadece kafasına göre yemek yapma isteğini vurguluyordu. Hepsi bir şekilde “Ferrari’sini satan bilge adam” olmak istiyordu. Onların yerlerinde olmak için can atan, Michelin Yıldızı ve Relaux Chateau gibi ödülleri almak isteyen binlerce genç aşçı için garip gelebilecek bu istekler, beni çok da şaşırtmadı.
Gönlümüzce yemek pişirdik
Gelelim kahve kısmına... Nespresso’nun tesisleri uzay üstü gibi dizayn edilmiş. Johnny Depp’in oynadığı “Charlie’nin Çikolata Fabrikası” filmini anımsatıyor. Bir kahve aşığı olarak içerideki koku beni mest etti. Fabrikadaki titizliği ve üstün teknolojiyi gördükten sonra tüm şefleri, küçük bir kasabadaki 1 Michelin Yıldızlı restorana davet ettiler. Biraz karnımızı doyurduktan sonra bizleri mutfağa çağırdılar. Masanın üzerinde duran malzemelerle (sebze, meyve, et ve balık) dilediğimiz şekilde kahveyle uyumlu yemekler pişirmemizi istediler. Herhalde gezinin en güzel kısmıydı...
Dünyanın farklı ülkelerinden şeflerle (biraz rekabetçi bir havada), elimizde kahvelerle, istediğimiz gibi, çok spontane bir şekilde yemek pişirdik. Birbirimize klasik mutfak şakalarını yaptık. Sohbet ettik. Restoranların şeflerine getirdiği baskıdan uzak, gönlümüzce, en sevdiğimiz işi icra ettik.
İngilizlerin bir sözü vardır; “Çok fazla aşçının olduğu yerde, yemek kötü çıkar” derler. Buna rağmen yemek keyif ve gönülden yapılınca bir başka oluyor. Hele de yemeğe aşık insanlarla birlikte hep beraber yemek üzere...