Geçen hafta bir etkinlik için Türkiye’ye gelen ünlü İtalyan aşçı Massimo Bottura’nın yemekleri ayrı bir yazı konusu. Burada önemli olan; İtalya’nın, usanmadan sahip olduğu değerleri dünyaya anlatma gayreti...
Massimo Bottura şüphesiz dünyanın en yetenekli, sayılı şeflerinden biri. Geçen hafta İtalyan Başkonsolosu ve İtalya Dış Ticaret Direktörü’nün düzenlediği gecede, Massimo’nun hazırladığı harika yemekleri tatma şansımız oldu.
Gecenin amacı; İtalyan yemeklerine ve bölgesel tatlarına atıfta bulunmaktı. Bu lezzetler Bottura gibi bir şefin elinden daha da büyüyerek çıkıyor.
Yemekler ve beraberinde sunulan şaraplar şahaneydi. Belki onlar başka bir yazının konusu olabilir. Öne çıkan ise mutfağı ve ürettiği lezzetlerle marka haline gelmiş İtalya’nın; bıkmadan, usanmadan ve büyük bir başarı ile sahip olduğu değerleri dünyaya anlatmaya çalışmasıydı.
İKİ GÖNÜLLÜ ELÇİ
‘Eataly’ gibi başarılı bir konseptin içinde pazarladıkları, sadece çiftçilerin ve artisanal üreticilerin ürünleri değil. Dünyaya zeytinyağından makarnasına, risottodan mozzarellasına komple İtalya imajını sunuyorlar.
Yemeğe meraklı olanlar mutlaka ‘Two Greedy Italians’ adlı programı seyretmiştir. En ücra köyünden, Michelin yıldızlı restoranına kadar İtalya’nın yeme-içme kültürünü anlatan bu iki huysuz ve tatlı İtalyan, ülkelerinin en başarılı pazarlama elçileri. Tıpkı biraz önce imrenerek anlattığım ‘Eataly’ gibi adeta birer konsolos edasıyla çalışıyorlar ve bunu çaktırmadan yapıyorlar.
10 EATALY DOLDURUR
Türkiye’nin ‘Eataly’ ve ‘Two Greedy Italians’tan öğreneceği çok şey var. Ege’nin otlarından Konya’nın küflü peynirine, Antep’in künefesinden Afyon’un kaymağına kadar belki 10 ‘Eataly’ dolduracak lezzette ürünümüz var. Biraz iddialı olabilir ama gastronomi konusunda o kadar zengin yörelemiz var ki tek başına birer ‘Eataly’ yaratabilirler.
Peki eksik olanlar ne? Kaliteli insan gücü, pazarlama becerisi, devlet desteği, içi boş, standartları olmayan ve kısa vadeli kazancın ön planda tutulduğu yatırımları ilk kalemde sayabiliriz.
‘Eataly’den yola çıkacak olursak, İstanbul’daki şubesinde 500’ü aşkın, eğitimli personel çalışıyor. Bardağından masasına her şey özel olarak tasarlanıp ve kurgulanıp, İtalya’dan buraya getirtiliyor.
Sıradan bir Türk müteşebbisine bunlar delilik gibi gelecektir.
Başka türlü ve belli standartlardan yoksun olsalardı, emin olun New York’tan Japonya’ya 25 şubeye ulaşmış olmazlardı. Moskova, Londra, Sao Paulo gibi şehirlerdeki yatırımcıların bir şube açabilmek adına kapılarının önünde beklemeleri ise cabası...
BU HEPİMİZİN AYIBI
Yeme-içme tüm dünyada yükselen bir değer. Türkiye gibi bu konuda eşsiz zenginliğe sahip bir ulusun, dünyada esamesinin okunmaması ise hepimizin ayıbı.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bu konuda başarılı olmuş ülkeleri kendimize rol model alabiliriz.
Dolayısıyla İtalyanlardan öğreneceğimiz çok şeyler var...