Büyük aşçı Robuchon’un bir sözü aklımdan hiç çıkmaz: “Annesi lezzetli yemek yapamayan bir kişinin iyi bir şef olma ihtimali yoktur.”
Çocukluğuma dair beni en çok mutlu eden hatıram; pazar sabahları annemin yaptığı elde açma börek kokusuyla uyanmaktır. Tüm ailenin bir arada olduğu bu günlerde, annemin erken kalkıp sevgiyle yaptığı böreğin kokusuyla uyanmak beni çok özel hissettirirdi. Tam Sevgili Çetin Altan’lık bir soru olurdu bu: ‘Bugüne kadar tüm iyi şeflerin annelerinin güzel yemek yapıp yapmadığı üzerine bilimsel bir çalışma olup olmadığı’.
Şu bir gerçek ki, tüm diğer alışkanlıklar gibi beslenme ve gastronomi eğitiminin de küçük yaşlarda doğru bir şekilde verilmesinin önemi büyük. Stresli ve yoğun bir tempoda sürüp giden yaşamlarımızda maalesef evlerimizin mutfaklarında çok fazla yemek pişmiyor. Bu alışkanlıklarla büyümeyen bir neslin ileride yemek yapacağını da düşünmüyorum doğrusu. Ayrıca yemek yeme ve sofra adabının da küçük yaşlarda atlanmaması gerektiğine inanıyorum. Evlerde herkesin kendi köşesinde veya televizyonun karşısında alelacele bir şeyler atıştırdığı bir çağdayız. Bu kültürün verileceği bir diğer yerse, lokantalar. Restoranlarda küçük yaşlardaki çocukları görmek beni her zaman mutlu ediyor ve gelecek adına heyecanlandırıyor. Farklı damak tatlarını küçük yaşlarda öğrenerek büyüyen çocukların ileride yeniliklere daha açık olacağı tartışılmaz. Gastronomi, sanat ve spor gibi toplumdaki en önemli konu başlıklarından bir tanesi. Bu konuda bilgi ve gusto sahibi olmanın yadsınamaz avantajları olacaktır hayatın akışında.
Çocukları özendirmek gerekiyor
Yurt dışında, Jamie Oliver ve Mario Batalli gibi ünlü şefler bu konuda ses getiren çalışmalar yapıyor. Jamie Oliver’ın, başta İngiltere’de okul mönülerini değiştirmek için yürüttüğü kampanya ve Mario Batalli’nin organik ürünler üzerine yaptığı etkinlikler kamuoyu oluşturmak adına oldukça başarılı.
Peki, Türkiye’de biz şefler bu konuda ne yapabiliriz? İki ayağı var: Birincisi, restoranlarımızda çocuklara karşı daha hoşgörülü olabiliriz. Çocuğu olan birçok tanıdığımın, özellikle ‘fine-dining’ tarzı lokantalara çocuklarını götürmekten çekindiklerini biliyorum. Bu konuda daha özendirici olmak gerekiyor. Restoranlarda gördüğüm gençlerin gözlerindeki ışığı ve kendilerini nasıl iyi hissettiklerini görmek bambaşka bir duygu.
İkincisi ve asıl önemli olanı, yemek yapmanın esasında çok kolay ve zevkli bir şey olduğunu dilimizin döndüğünce anlatmak.
Televizyon programları, büyük kitlelere ulaşmanın en hızlı yolu. Yemek kitaplarının, dergilerin ve kursların da önemi büyük.
Ortalama bir insan, hayatı boyunca 75 bin öğün yemek yiyor. Bundan keyif almak veya almamak bizim elimizde. Çocuklarımıza da küçük yaşlarda yapacağımız en iyi yatırımın beslenme alışkanlıkları konusunda olduğunu düşünüyorum. Hayatları boyunca sağlıklı bir yaşam, keyifli yemekler ve gusto sahibi bir birey olmaları için biraz daha çaba sarf etmemiz gerekiyor.