Murat Bozok

Murat Bozok

bozokmurat@gmail.com

Tüm Yazıları

Bu satırları, Barcelona’da ‘Bar Lobo’ isimli ufak bir tapas barından yazıyorum. Kaldığım otelin hemen yanında. Her gün bir şekilde uğruyorum. Gastronomik bir özelliği yok ama farklı bir çekiciliği var. Tıpkı Barcelona’nın olduğu gibi. Tüm garsonların ve açık mutfakta çalışan şeflerin kendine has bir tarzı var. İçten ve samimiler. Aynı zamanda, dünya yansa umurlarında olmayacağı hissini veriyorlar.
Bayram vesilesiyle kısa tatilden yararlanıp, Barcelona’ya gelmeye karar vermemde sanırım, Ferran Adria’nın geçen ay içinde yayımlanan biyografisinin rolü oldu. Kitapları yazıldıkları yerlerde okumak, beni ekstra keyiflendiriyor. Sabırsızlıkla kitabı, bu tatile sakladım. Uçağa biner binmez de, sayfaların içerisine daldım.
Ferran Adria, meşhur El Bulli lokantasının şefi. Daha önce hiçbir şefe nasip olmayan ödüller ve onurlara sahip oldu. Tabii her yıldız gibi, belki de en fazla eleştiriyi de Ferran Adria aldı. Times dergisinin ‘Dünya’daki En Etkin 100 Kişi’ listesine girdi. İspanya’dan bu listeye giren tek kişiydi. ‘Restaurant’ dergisinde peş peşe dört yıl ‘Dünyanın En İyi Lokantası’ ödülünü aldı. Öncülük ettiği ‘moleküler gastronomi’ akımıyla yemek yeme şeklimizi değiştirdi. Bazıları onu ‘şarlatan’ olmakla suçladı.
Kitap çıkmadan önce, başlığını bu sayfada eleştirmiştim. Zira, biyografinin başlığı ‘Yemeği tekrar icat eden kişi: Ferran Adria’ idi. Evet belki bu sıfatı hak ediyor ama buna okuyucuların karar vermesi daha doğru olurdu gibime geliyor. Oldukça uzun bu kitapta, yazar Colman Andrews, Ferran Adria’ya yakın herkesle konuşmuş. Bir dahinin hayatı hakkında enteresan ipuçları var.

Haberin Devamı

Enerjisi hep yüksek olan şehir: Barcelona

İspanyollara çok benziyoruz
Gelelim Barcelona’ya. Yükselen bir yıldız ve cazibe merkezi. Acayip bir enerjisi var. Özgür hissettiriyor. Şehir, Katalanya Bölgesi’nde. Tarih boyunca, Madrid hükümetiyle tam bir birliktelik yakalayamamışlar. Sanırım bu elektrik ve enerji, yaratıcılığı sürekli körüklemiş. Gaudi’den Miro’ya, Picasso’dan Dali’ye delilik ile dahilik arasındaki çizgiyi şehrin tamamında görmek mümkün. İnsanın sınırlarını ortaya çıkaran bir yapısı var.

Haberin Devamı

Neler yaptım?
Her turist gibi Picasso müzesinin yolunu tuttum. Şansıma Edgar Degas’nın da eserlerini içeren ve Picasso’yla benzerliklerini sorgulayan bir sergiyi de gördüm. Gaudi’nin tüm Barcelona’ya yayılmış eserlerinin izini sürdüm. Şehrin en güzel yerinde, her yeri kuşbakışı gören konumdaki Miro Müzesi’ni dolaştım. Çok güzel bir opera binaları var. Kıskanmamak mümkün değil. Burada ‘Lulu’ isimli hoş bir opera izledim.
Ve tabii ki kalan zamanlarda şehirdeki tapas barlarını arşınladım. Bazıları güzeldi, bazıları ise daha güzel. Hamsileri ve sunumları harika. Pastırmaları ve sosisleri dünyanın en iyilerinden. Paella isimli pirinçten yaptıkları ve genellikle deniz mahsulleriyle sundukları yerel yemekleri, eğer iyisini bulabilirseniz, unutamayacağınız tatlardan olacak. Sırları taze ve yerel malzemeyle yüzyıllardır yaptıkları yemekleri doğal halleriyle sunmak. Hiç makyaj yapmadan ve bundan gocunmadan. Tüm samimiyetiyle.
Şehirdeki en sevdiğim yer, otelime bir dakika mesafedeki ‘Boqueria’ isimli açık pazar oldu. O kadar renkli ve albenili ki, kayıtsız kalmak mümkün değil. Ve çalışanların büyük çoğunluğu kadınlar. Bakımlı, makyajlı, saçları fönlü birçok kadını, balıkçı, kasap, meyve-sebze tezgahlarının arkasında görmek keyifliydi. Ürünlerin tazeliği, çeşitliliği ve kadın eli değmiş pazar tezgahlarnın albenisi hayli yüksekti.
Sanki çok benziyoruz İspanyollara. Hayatı algılayış şeklimiz, aynı enlemlerde ve iklimlerde yaşamamız, Akdenizli kanımız, hatta tenimizin rengi bile aynı. Çoğu konuda iyi yol aldılar son 15-20 senedir. Gastronomi de bunlardan biri. Öğreneceğimiz ve izlerinden gideceğimiz şeyler varmış gibi geliyor...