Geçtiğimiz hafta Forbes dergisi, ABD’nin en çok kazanan şeflerini açıkladı. Listedeki isimlerin birçoğu tanıdık.
İlk sırada, eski patronum Gordon Ramsay var. Geçtiğimiz yıl 38 milyon dolar kazanmış. ‘Masterchef’, ‘Hell’s Kitchen’ ve ‘Hotel Hell' gibi ilgi gören televizyon programları, tüm dünyaya yayılmış 24 restoranı ve birçok danışmanlık projesi, kazanç bakımından açık ara lider.
İkinci sırada 25 milyon dolar ile Rachael Ray var. Oprah Winfrey’in kanatları altında televizyon dünyasına adımlarını atan Ray’in oldukça yüksek reyting alan yemek programları var. Ayrıca düzenli olarak da yemek kitapları yazıyor. Listede restoranı olmayan tek şef.
ŞAŞIRTICI GELEBİLİRÜç, dört ve beşinci sırada, sırası ile Wolfgang Puck, Paula Deen ve Mario Batali yer alıyor. Üçünün de ortak özelliği (ilk iki sırada olduğu gibi) popüler televizyon programlarının olması. Diğer ortak özellikleri de kendi adlarına çıkarılmış tava-tencere gibi mutfak ekipmanlarının dünya genelinde pazarlanması.
Genellikle bu köşede aşçılığın meşakkatli yönlerini anlatan ve sadece çok sevilirse yapılabilecek bir meslek olduğunu anlatan bir kişiden bu kadar çok para-pul lafı duymak garip gelmiş olabilir. Esasında bu listenin alt metinlerine baktığımızda, paradan daha fazlasını anlattığını görebiliriz.
İlk beş arasında iki kadın şefin olması bunlardan başta geleni. Hiç tahmin etmiyorum ki avukatlık, doktorluk, mühendislik veya bankacılık gibi diğer meslek dallarının en çok kazananlar listesinde, kadın ve erkek arasında bu kadar yakın bir dağılım olsun.
TELEVİZYONUN GÜCÜBu listenin anlattığı bir başka unsur ise; televizyonun gücü. Türkiye’de birbiri ardına açılan yemek kanalları ile birlikte şeflerimiz daha bir tanınır oldu. Aşçılığın daha popüler hale gelmesinde yadsınamayacak bir rol üstlenseler de, bu artık çok da yeterli gibi gözükmüyor.
Esasen yurt dışına pazarlayabileceğimiz yemek programlarına ihtiyacımız var. Tıpkı yukarıda belirttiğim listedeki ilk beş şefin programlarının tüm dünyada yayınlanıyor olması gibi. Neticede yemek programını başka bir ülkeye pazarlayabildiğiniz zaman, sadece şefin değil tüm ülkenin kültürel değerlerinin de aynı şekilde tanıtımını yapıyorsunuz.
Türkiye’deki yemek programlarına baktığımız zaman, birçoğunda şeflerimizin yurt dışındaki tanınmış şefleri konuşmaları, hareketleri, hatta kıyafetlerini birebir taklit ettiğini görüyoruz.
İşin doğası gereği her oluşum, emekleme dönemlerinde başarılı modellerden esinlenir. Artık olgunluk dönemine adım atıp, yurt dışına pazarlayabileceğimiz özgün ve bizi yansıtan değerleri işleyen programlar yapmanın zamanı geliyor.
Yoksa kimseye çakma Gordon Ramsay ve Jamie Oliver’ları yutturamayız...