Sofralar sadece karnımızı doyurduğumuz değil; sosyalleşmenin, aile bağlarını kuvvetlendirmenin ve hayata dair birçok şeyin paylaşımın yapıldığı özel yerler... Günde
üç öğünden, yılda bin kez ve ortalama ömürde
70 bin kez, öyle veya böyle yemek yemeye programlanmışız. Üst üste koyduğunuzda, en az üç yılımızı sofralarda geçiriyoruz.
Her zaman söylediğim gibi; “Bu anları güzelleştirmek kendi sorumluğumuzda.” Yemeğimizi keyifli bir hale sokmak için büyük yatırımlardan daha çok, küçük dokunuşlar ve özen gerekiyor. Yemeğimize gösterdiğimiz özense esasen kendimize gösterdiğimiz saygıyla eşdeğer.
Doğru davranış kuralları
Sofrada doğru davranış kurallarının tarihiyse eskiye davranıyor. Bu konuya ilk defa, milattan önce 2400 yıllarında, Mısır Kralı Ptah - Hotep’in oğlu için papirüslere yazdırdığı ‘Adabı Muaşeret Kuralları’nda rastlıyoruz. Yani yaklaşık 5 bin senedir;
n Herkese yemek servis edilmeden yemeğimize başlamamız gerektiği,
n Ağzımızda lokma varken konuşmamız gerektiği,
n Ellerimizi, dirsekleri, kollarımıza masaya yaslamamız gerektiği,
n Yemek sonunda ‘Teşekkür etmek’, bir şey isterken ‘Lütfen’ demek gerektiği,
n Ağzımızı yemeğe değil, yemeği ağzıma getirmemiz gerektiği gibi konularda, büyüklerimizden en az bir kere nasihat almışızdır.
Restoranlardan öğrendiklerimiz
Restoranların hayatlarımızda daha etkili biçimde rol almaya başladığı son 50 yılda;
n İlk iş olarak peçetemizi açarak, kucağımıza yerleştirmemiz gerektiği,
n İlk önce misafirimizin siparişini vermesini beklememiz gerektiği,
n Her gelen yemekte en dışarıdaki çatal ve bıçağı kullanmamız gerektiği,
n Yemeğimiz bittiğinde çatalı ve bıçağı yan yana tabağımızın üstüne koymamız gerektiği,
n Davet edenin hesabı ödemesi gerektiği,
n Eğer bir terbiyesizlik veya saygısızlık olmamışsa mutlaka bahşiş bırakmamız gerektiği, gibi birçok detay hakkında bilgi sahibiyiz.
‘Telefonsuz yaşayamama hastalığı’
Bir de yakın zamanda hayatımıza giren ‘akıllı telefonsuz yaşayamama’ gibi hastalıklar var. Normalde zaten yemek yediğimiz masaların üzerine hiçbir şey koymamak gerekiyor.
Masanın üzerine cüzdan, çanta, anahtarlık gibi tüm aksesuarları koyup, beni benden alanların yanına, bir de cep telefonunu bırakanlar eklendi. Sadece masanın üzerinde kalsa yine çok iyi. Her boşlukta bakmak da cabası.
Sofra adabı üzerine yazılacak çok şey olsa da, Londra’da ‘Petrus’ isimli ve 2 Michelin yıldızlı restoranda çalışırken beni olumlu ve olumsuz yönde şaşırtan iki anımı paylaşmak istiyorum:
Adından anlaşılacağı gibi ‘Petrus’ şarap menüsü zengin bir restorandı. Çok pahalı ve nadide şaraplar, misafirler tarafından sıkça açılırdı. Bunları açtıran misafirler muhakkak bir kadeh, mutfaktaki şefe ikram olarak gönderirdi. Bunun altında yatan düşünce; şefe güzel yemeklerinden ötürü teşekkür etmek ve yaşadığı mutluluğu şefle paylaşmak...
İkinci anım ise yine aynı restoranda çalışırken, menüde bazen kurbağa bacağı servis ederdik. Elle yenmesi gerektiğinden, misafirlerin yağlanan parmaklarını batırıp, temizlemeleri için gümüş kap içinde, üzerinde gül yaprakları olan sıcak su giderdi. Bu sıcak suyun esvabı mucizesini çözemeyen bazı misafirler, garnitür niyetine bu sudan bir kaşık tadarlardı.
Siz siz olun, her zaman sofraların keyfini çıkartın ve çıkaran insanlarla birlikte yemek yiyin...