Bu hafta sonu, pek bir Batılı gibiydim. Bir baktım; bir politik toplantıdayım, bir baktım; bir siyasi gösteride... (Bizim gibilerin de Batılılıktan anladığı böyle bir şey işte!)
Toplantı, Lütfü Kırdar Kongre Merkezi’ndeydi. "Barış İçin 100’ler Meclisi" başlıklı etkinlik, bir grup savaş karşıtı tarafından oluşan Barış Girişimi’nce düzenlenmişti ki, gerçekten "düzenlenmişti". Her şey; her meslek grubundan teşekkül ettirilmiş yüzer kişilik grupların sözcülerinin oturma ve konuşma düzeni, toplantının kapanışında iki eser seslendiren İstanbul
Devlet Senfoni Orkestrası Çocuk Korosu’nun çocuklara hiç de yakışmayan neredeyse askeri disiplini, hepsi "tip topötu, sekmeden gerçekleşti. Bu tür girişimlerin, hele konu savaş karşıtlığı olunca, daha çok tartışmaya, daha çok her kafadan ses çıkmasına zemin hazırlaması gerekmiyor mu sizce de? Richard Senett’in de dediği gibi ancak tartışmaya mahal veren eylemler sırasında bir cemaat duygusu oluşur.
Ertesi gün sözleşildiği halde meclis üyelerinin birçoğunun Bayazıt Meydanı’ndaki mitinge gelmemesi de, bir gün önce kendilerine işe yararlık duygusu verilememiş olmasından kaynaklanıyor olamaz mı?
Wecker göz yaşarttıLütfü Kırdar’da yanımdaki koltukta Ali Sirmen vardı ve haklı olarak bir şeye kızdı: Yabancı konukların İngilizce konuşmalarını tercüme eden hanımefendi "turkish people" tamlamasını sürekli olarak "Türkiye halkları" olarak çeviriyordu ki bu bence de çok gereksizdi.
Bir ara gözlerim ıslandı: Gençlik yıllarımın kahramanlarından Alman politik şarkıcı Konstantin Wecker’in toplantının açılış şarkısını çalıp söylerkenki akça pakça hali, benim gibi Batı soluyla da bağlantı içinde bir gençlik geçirmiş birçok kişiyi çok hüzünlendirmiş olmalı. Yine de bu tür gösterilerde, toplantılarda hayatımızın içinden geçen bir sürekliliği, bir mücadele anlatısını kırık dökük de olsa restore edebiliyoruz işte.
Saat 11.00’de olunca!Barış Girişimi’nin önayak olucuları Ersin Salman, Aydın Engin, Vecdi Sayar gibi aydınlarımız, toplantı saatini sabah 11.00 olarak tespit etmişti ki bu, Türk popülerleri için bayağı erken bir saattir. Bazı ünlüler çok istedikleri halde bu yüzden meclis üyesi olamamışlardı. Bombalar da genellikle insanlar uyurken atılmaz mı?
Arkadaşı Muhsin Kızılkaya, Yılmaz Erdoğan’ın mesela sırf bu yüzden toplantıya katılamadığını söyledi ki, açıkçası onun gibi birini biz de bekledik. Bekliyoruz. (Gerçi şu sıralar
oyun nedeniyle anlayış da gösterilebilir Yılmaz’a.) Bakar mısınız, ben de giderek yazınsal bir sol diktatorya, bir tür edebi despotizm inşa ediyorum bu köşede: "Kim geldi, kim gelmedi?"
Müjde Ar da galiba iyiden iyiye bizim Jane Fonda’mız oluyor artık. Oldu. Cumartesi Anneleri’nden sonra şimdi de savaş karşıtlarının yanında. Sean Penn’imiz de zaten Mehmet Ali Alabora.
Sahilin en iyi balığıArtık Türkiye solcularının da bir "hip" oteli, "fusion" ya da enternasyonal mutfaklı bir kafe-restoranı olması ne hoş. Taksim’deki Taxim Hill Otel galiba sahibinin Tuncelili olması yüzüsuyu hürmetine, birçok sol etkinliğin değişmez mekanı oldu. 78’liler Vakfı’ndan İnsan Hakları Vakfı’na birçok kuruluş, toplantılarını burada yapıyor. Otelin kafesi Taksimoda ise şimdilik The Marmara ile sunduğu lezzetlerden çok, bu özel kitlesi sayesinde rekabet ediyor.
Maltepe sahilinin en iyi
balık lokantası olduğunu iddia edebileceğimiz Ayışığı da bu tür bir yer. Ayışığı genellikle sağ gastronomik sermayenin hakimiyetindeki sahilde solcuların da aşık atabileceğini, hatta fark atabileceğini gösteriyor.
Yaman ayrılık...Hazır restoran olayına girmişken iki haber daha: Artık uluslararası gurme dergilerinin gediklisi olan Changa’nın sahipleri Tarık Bayazıt (sarı) ve Savaş Ertunç (mor) saçlarını boyatmışlar. Pek de yakışmış. Etiler’in sosyetik kebapçısı Köşebaşı, İstiklâl Caddesi’nde fast food servisi de olan bir şube açtı.
Ve bir haber de müzik dünyasından: World Music alanının önemli prodüksiyon şirketlerinden ARC’nin çıkardığı yeni Dünya Aşk Şarkıları Koleksiyonu’nda Ordulu Günay Türkmenler de yer aldı. Şirketin dikkatini, söylediği Karadeniz türküleri ile çeken Türkmenler albümde bir Azeri türküsü söylüyor: Ayrılık.