09.03.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
ÇAĞDAŞ ERTUNA
İşadamı Mehmet Günyeli’nin fotoğrafçı yönünü bilmeyen yoktur. Bununla da kalmıyor; o aynı zamanda bir koleksiyoner, şimdilik “amatör” bir yönetmen ve yazar. Günyeli ile Nişantaşı C.A.M. Galeri’de yarın açılacak olan kişisel sergisi öncesinde konuştuk.
İş hayatına devam ediyor musunuz?
Çok değil. Ortak olduğum aile şirketlerimiz var. Tabii ki belli toplantılara katılıyorum ama yavaş yavaş zamanımı iş hayatından sanata yönlendirmek istiyorum. Sanatla uğraşmak çok sancılı bir şey.
Sanatçıların iniş çıkışları da çok olur. Aileniz ve yakınlarınız için de zor olmalı.
Evet, zor galiba (Gülüyor). Sanatçı kimliğim aileyi de iş hayatını da etkiliyor. İş hayatında hep yaratıcı işler seçtim. Her zaman yeni şeyler yaratmaya çalışıyor beynim. Açık büfeden yemek alırken bile tabağımı farklı organize ederim. Bilinçli yapmıyorum, öyle geliyor içimden.
Giyim tarzınıza da yansıyor. Şapkalar, fularlar...
Her şeye yansıyor. Hiçbir şeyi özensiz yapmam. Her şey hızlı tüketiliyor. Kimse yaptıklarından keyif almıyor. Osmanlı döneminde insanlar gece mehtabı seyredebilmek için gündüz uyurmuş. Şimdi kimse mehtabı falan seyretmiyor.
Fotoğraf çalışmalarınız nasıl gidiyor?
Aralık ayında, Miami Sanat Fuarı’nda “Dervişler” adlı siyah-beyaz fotoğraflarım çok büyük ilgi gördü. Yurtdışından hem sergi hem de röportaj talepleri geliyor. Bunlara zaman ayırmak zorundayım. Fotoğrafta dünyada iyi bir yere gelmeyi hedefliyorum. Yaklaşık 20 yıl, “Yeryüzünün Renkleri” adlı projem üzerinde çalıştım. Amacım, globalleşen dünyada kendi öz kültürlerini koruyabilen toplumları fotoğraflamaktı. Maalesef dünyada kültürel anlamda çok hızlı bir kirlilik yaşanıyor. Her şey tek tipleşiyor. Bu beni çok rahatsız eden bir konu. Kültürel küreselleşmeye karşı bir proje yapmak istedim. İki kitabım yayınlandı, Viva Cuba Libre ve Hindistan. Mısır’la ilgili kitabım projenin üçüncü ve son ayağı olacak. Üç farklı kıta, kültür ve inanç sisteminden gelen ülkeleri seçtim.
Son fotoğraflarınız sizin tarzınızdan çok farklı.
Beş yıldır daha çok çağdaş, kavramsal sanat projeleri üretiyorum. Önceki tarzımın tamamen dışında, bu benim için çok büyük değişiklik. Her sanatçının dönemleri olduğuna ve kendini aşabilmesi gerektiğine inanıyorum. O yüzden bu yeni dönemde hep siyah-beyaz fotoğraflar çekiyorum.
Biz sizi renklerin fotoğrafçısı olarak tanıyorduk.
Bu dönem işlerim tamamen siyah-beyaz. Onları çok sergilemedim. “Dervişler” serisi ile ilk defa kişisel sergi yapacağım. Bu sergiyi çok önemsiyorum.
İzleyicilerle ilişkiniz nasıl?
Çok heyecanlanıyorum. Bütün gün serginin başında durup gelenlerle konuşmayı seviyorum. İzleyicilerin yorumları benim için çok önemli. Sanat bir paylaşım, paylaştıkça keyif veriyor. Ben yaptım, buraya astım demek değil.
Yalnız mı gidiyorsunuz seyahatlere?
Evet, yalnız gitmek üretimi daha kolaylaştırıyor. Çünkü çalışırken duygusal yönümü öne çıkarıyorum. Bir dönem çok portre fotoğrafçılığı yapmıştım. O ilişkiyi kurmak, o insanın duygularını anlatmak çok önemli.
Genelde habersiz çekiyorsunuz insanların fotoğraflarını değil mi?
Evet, çünkü haberli çekilen fotoğraflarda bir maske koyuyorlar yüzlerine, o maskenin arkasında duygularını göremiyorsunuz. İzin alıp fotoğraf çekmem. Teleobjektif kullanıp daha uzaktan karşımdakinin iç dünyasına girmeyi tercih ederim. Bazen çok ahbap olursam haberli de çekebilirim.
Türkiye’de fotoğraf ne durumda sizce?
Türkiye’de fotoğraf sanatının ve çağdaş sanatın çok iyi seviyelere geldiğini ve çok yetenekli sanatçıların olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde sanatçıların ve galerilerin sorunu uluslararası arenaya çıkamamak. 3-5 koleksiyonerin kontrolünde olan çok kısıtlı bir piyasamız var. Türk sanatçıların dışarı açılmaları gerektiğine inanıyorum.
4 Mart’ta Londra Sotheby’s’de Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi yapıldı.
Bunu çok büyük bir şans olarak görüyorum çağdaş sanatımız adına. Mühim olan böyle bir müzayedenin yapılması, uluslararası sanat çevrelerinin bu kataloğu eline alıp “Türkiye’de de çağdaş sanat varmış” demeleri. Bu kataloğa girmeyen çok iyi sanatçılar da var. Ben de girmedim ama bu bir dezavantaj değil. Bu müzayedeler tekrar-lanırsa belki bundan sonrakilere girebiliriz.
Uluslararası projelerinizden bahseder misiniz?
Fransa’da sadece fotoğraf müzayedesi yapan Millon diye bir firma var. “Dervişler” serimden bir fotoğrafı görüp beğenmişler, şimdi müzayedeye koyacaklar. Almanya’da yaşayan bir küratör Çetin Güzelhan, “Dervişler” projemi Berlin-İstanbul kardeş şehir projesi kapsamında haziran ayında Berlin’de sergilemek istiyor.
2010 için de yeni bir projeniz var değil mi?
Tanrılarla ilgili mitolojik bir seri yapıyorum. Mitolojik heykeller üzerine çok yeni bir proje. Sürreal dünyada melekler, dervişler, sonra da tanrılarla devam ediyorum. Yaklaşık iki senedir çekiyorum. 2010’a yetiştirmeye çalışıyorum.
Fotoğraf dışında sanatın hangi dallarıyla ilgileniyorsunuz?
Kendimi aşmayı ve yeni alanlarda test etmeyi seviyorum. Bu bana çok büyük heyecan veriyor. Tasarım çok ilgimi çekiyor. İstanbul ile ilgili lale ve ayakkabı tasarımı yapmıştım.
Sinema da benim için çok büyük bir tutku. Dünya sinemasını çok yakından takip ediyorum. Çok deneysel kısa filmler yapıyorum ama sinema projelerimi konuşmak için çok erken. Bir gün yaparsam şaşırmayın. Yazmayı da çok seviyorum, denemeler yazıyorum. Romancı arkadaşlarıma önsöz yazdım. Olgunluk dönemindeyim. Yaşamım boyunca oluşturduğum birikimleri ortaya çıkarıyorum. Bu entelektüel formasyon, duruş ve nasıl beslendiğinizle de ilgili.
Gençler soruyor, “İyi fotoğraf çekmek için ne yapmalı ?” diye. “Şiir okuyor musunuz ?” diye soruyorum. “Ne alaka ?” diyorlar. Sanatçı olmak için entelektüel formasyonunuz olmalı. Bütün sanat dallarından beslenmek lazım.
Türkiye’de donanımlı insan az.
Donanımlı, yetenekli insanların yaşadığımız toplum içinde yok olup gittiğine çok şahit oldum. Maalesef Türkiye’de şartlar çok değerli insanları yok ediyor. Yetenekli ve bilgili insanların önleri hep kapalı. Özellikle gençlere çok üzülüyorum. Bütün değerler değişiyor. Biz 1968 kuşağının düşünce akımıyla bugünlere geldik. Daha sonra insani değerler unutuldu, ciddi sıkıntılar yaşanıyor... Belki 2010 sonrası dünyanın doğruları yeniden yazılacak ve 2050’de dayanışma ve paylaşımcı kültür tekrar gündeme gelecek. O zaman eski güzel değerler yeniden hayatımıza girebilir.
Umutlu musunuz?
Umutluyum. Yeni dünya düzenini düşünen, araştıran, üreten insanlar oluşturacak. Yaptığım işlerde de bunu vurgulamaya çalışıyorum. İnancın Dansı adını verdik Dervişler projesine. Bu proje ile sevgi, dostluk, barış mesajları vermeye çalıştım.