Sezonun iddialı filmlerinden ilki ‘Cingöz Recai’, bugün vizyonda... Meşhur polisiye kahramanımız, ahlaklı ve dürüst hırsız ‘Cingöz Recai’, yine yeniden beyazperdede... Peyami Safa’nın romanından ilk olarak Metin Erksan sinemaya uyarlamış, Turan Seyfioğlu karaktere hayat vermiş. İkinci kez Safa Önal yönetmiş, Ayhan Işık oynamış. Son olarak da Onur Ünlü yönetmenliğinde, Kenan İmirzalıoğlu Cingöz Recai olmuş.
Göze hitap ediyor
Fantastik, renkli ve aksiyonlu Cingöz Recai, günümüzün teknolojisiyle afilli bir ‘Bond havası’na bürünmüş. Görüntü yönetmeni Vedat Özdemir’in dokunuşu, görsel fark yaratmış. Ama efsane karakterin günümüze dönüşü daha çok göze hitap ederken, hikayesi isteneni verememiş.
Kenan İmirzalıoğlu, Meryem Uzerli ve Haluk Bilginer başta olmak üzere güçlü oyuncu kadrosu bile, hızlandırılmış bu hikayenin içinde münferit birer karakter olarak kalmış. Nihayetinde, filmin önemli dayanaklarından biri, ‘Onur Ünlü kafası’ da olsa, “Aslolan hikayedir” demekten bizi alıkoyamamış.
Taksicilere ne oluyor?
İstanbul, büyük bir şehir. İstemesem de gün geliyor, taksi kullanmak zorunda kalıyorum. Son dönemde her taksi tecrübesi bir eziyet oluyor. İstanbul’da taksiciler yolcu ve güzergah seçiyor. Çekinmeksizin, açıkça söylüyor. “Nereye?” diye başlayan kısa pazarlık, “Oraya gitmiyorum” şeklinde sonlanıyor. “Peki sen nereye gitmek istiyorsun?” diye sorduğumda ise “Çok trafik var” diye tuhaf bir cevap geliyor. Ama şehrin göbeğinde, en civcivli saatte öylece bekliyor. “Neyi bekliyor acaba?” diye düşünürken, kendimi zar zor beğendirdiğim, arabasına kabul eden yüce gönüllü (!) bir taksiciden cevap geliyor: “Arap bekliyorlar abla, 100 dolara anlaşıyorlar, onlara yetiyor. Bir sonraki Arap turisti bulana kadar da öylece beklemeye devam ediyorlar.”
Beyoğlu Beyoğlu
Uzun süredir Beyoğlu’ndaki köhneleşme, İstiklal Caddesi’ndeki yol yapımı ve yenileme çalışmalarından haberdarız. Mümkünse gitmemeyi tercih ediyoruz. Fakat bir Beyoğlu klasiği olan Filmekimi dolayısıyla hafta sonu Beyoğlu Atlas’taki gösterime gitme gafletinde bulunduk.
Enkaz haline gelmiş AKM binasını ardımıza alıp, tümüyle betonlaşmış Taksim Meydanı’na sırtımızı vererek İstiklal Caddesi’nde yürümeye başladık. Delik deşik olmuş, yer yer kazılıp, etrafı demir örgülerle çevrilmiş caddede yürümeye çalışırken, üzerimize doğru gelen kalabalığın tümüyle farklılaştığını görmezden gelemedik. Arap ve Suriyeli çoğunluğun içinde kendimizi iyiden iyiye yabancı hissettik.
Gidesim yok!
İstanbul’a bundan 30 yıl önce gelmiş biri olarak o hep anlatılan anılardaki Beyoğlu’na zaten yetişemedim. İstiklal Caddesi’nde zarif hanımların ve şık beylerin dolaştığı günlerin nostaljisini yapacak bir geçmişim olmadı. Yine de, öğrencilik yıllarımda, Fransız Kültür Merkezi’ne gidip, Hacı Abdullah’da ev yemekleri yediğimiz, tıka basa doysak da, İnci’de profiterole uğramadan geçemediğimiz, sonrasında da Emek Sineması’nda filme gittiğimiz o güzel günleri hiç unutmadım. Yıllar içinde Beyoğlu’ndaki bozulmayı fark etsem de, ara ara “Ya şöyle bir Beyoğlu yapsak” deyip, bazen bir filmi, bazen bir sergiyi bahane edip, illa ki gittim. Ama artık kabul ediyorum, uzun bir süre Beyoğlu’na gidesim yok!
O yüzden diliyorum ki; yenileme, tadilat, tamirat, dönüşüm ve her ne planlanıyorsa, bir an önce tamamlansın. Çünkü biz Beyoğlu’nu ve onun ruhunu seviyoruz. Karaköy’e, Arnavutköy’e, Kadıköy’e, Moda’ya gitsek de, Beyoğlu bizsiz, biz Beyoğlu’suz olamayız.