Yazar kendini yazar... Aslında okuyucu da roman kahramanında hep yazarın kendisini arar. Her seferinde bu soruyla karşılaşan yazarsa genelde kaçamak cevaplar verir. Kürşat Başar, bu kez doğrudan söylüyor: “Romanlarımda yarattığım kahramanların hepsinde benden izler var.”
Kürşat Başar, kitaplarının hikayesini yazmak üzere yola çıktığı ve ‘Aslında Hayal’ adını verdiği anı - romanda hem hayatından kesitleri anlatıyor hem de okuyucuların ona sık sık sorduğu sorulara açık yanıtlar veriyor.
“O kahramanların hepsi benim parçalanmış halim” derken, yazma eyleminin nasıl şizofrenik bir ruh hali olduğunu gözler önüne seriyor. Bazen kendisini bile şaşırtan ve yazı serüveninde bir nirengi noktası olan ‘Başucumda Müzik’, bunun en iyi örneğini teşkil ediyor.
‘Roman gibi’ yazmış
Bilenler hatırlayacaktır; ‘Başucumda Müzik’, 1950’li yıllarda geçen bir aşk hikayesidir. Menderes hükümeti döneminde dışişleri bakanlığı yapan Fatin Rüştü Zorlu ve sevgilisi olarak bilinen Vesamet Hanım arasındaki yasak aşkı anlatır. Başar için bu hikaye bir çıkış noktası olmuş ama birebir gerçek isimler ve tarihi olayları vermek yerine, kurgusal hale getirmeyi tercih etmiş.
Kendi deyimiyle, ‘gerçek bir olayı belgesel gibi değil, roman gibi’ yazmış. Daha önemlisi kendisi de isim vermediği o kadının yerine geçmiş ve hikayenin anlatıcısı olmuş. İşte biraz da şizofrenik diyebileceğimiz bu durum, yazarın en çok içine girdiği ve heyecan duyduğu eserini yazmasını sağlamış.
Başar romanlarını böylesine kurgularken, kendi hayatını kurgulamayı hiç düşünmemiş ve rastlantılara hep açık kapı bırakmış.
Ya da rastlantıların ona açtığı kapılardan geçmeyi becermiş. ‘Yazmak mesafe kazanmaktır’ diye düşünürken, hayatı boyunca en iyi dostları olan ‘okumak, yazmak, müzik’le büyümüş. Bir yandan da yazmakla gitmek arasında bir bağ kurmuş.
Aslında belki maceraperestlikten, belki de bulunduğu yerde mutsuz olduğu için hep gitmek istemiş. Neden her daim gitmek istediğini bugün bile açıklayamasa da, yazdıkları onu hem zamanda ve hem mekanda her yere götürmüş. Kaybettiği insanlarla buluşturmuş ve yeni insanlarla tanıştırmış.
Yazar, çocukluğunda piyes okumayı çok severmiş. Okurken hayalinde kendi atmosferini yaratarak, kahramanları konuşturarak, bir nevi kendi hayali tiyatrosunu kurmuş.
Bugün küçüklüğünden gelen hayali deneyimlerin, roman yazmak için iyi birer çalışma olduğunun farkına varmış. Bana kalırsa o rastlantı dese de, ilerleyen zamanda senaryo yazma sürecine de katkı yapmış.
Nitekim senaryosunu yazdığı Sinan Çetin imzalı ‘Propaganda’da Kemal Sunal ve Metin Akpınar gibi iki ustayı bir araya getirmeyi başarmış.
Anılarını paylaştığı kitabının adını ‘Aslında Hayal’ koymuş, çünkü:
- Dünden bugüne bir hayal gibi geçmiş
- Yaptığı işlerin hepsi birer hayal, bir sihir ve göz boyama sanatı olmuş
- Bütün yaşadıklarını yazdığında, hayallerinin tümünü gerçekleştirebildiğini görmüş.