Sinemada yeni sezonu açtık. İlk yerli filmler, bu hafta itibarıyla vizyona çıktı. Hemen sezonun başında iyi filmlerle karşılaşmak müspettir. Bu düşüncemi teyit etmek niyetiyle, ilk olarak Seren Yüce imzalı ‘Rüzgarda Salınan Nilüfer’i seyrettim.
Yüce’nin ilk filmi olan ‘Çoğunluk’u referans alınca, ikinci film için çıtayı yükseğe koymak kaçınılmaz. Yeni film illa ki, çok başarılı olan ‘Çoğunluk’la kıyaslanacak. ‘Çoğunluk’u seven izleyicilerden olmama rağmen, ‘Rüzgarda Salınan Nilüfer’in hikayesinden daha fazla etkilendim. Çünkü bu hikayede 40 - 50 yaş arası, orta - üst sınıf, yeni nesil şehirli çekirdek aile var. Yani tümüyle bizim hikayemiz.
Filmin başrollerindeki oyuncu kadrosundan Songül Öden ve Tolga Tekin’le sohbetimizde de hemfikir olduğumuz üzere, filmi seyredince kendimize dönüp bir kez daha bakacağız. Yalın anlatımına ve tercihen minimal tutulan oyunculuklara rağmen ‘Rüzgarda Salınan Nilüfer’, hiç abartmadan hayli sert bir hikaye anlatıyor. Peki bile bile gözardı ettiğimiz ve seyrederken kaçamadığımız o gerçekler neler?
- Orta - üst gelir grubu olarak belli hayat standardlarına erişmişiz. Aslında teknoloji başta olmak üzere, birçok isteğimizi elde edebiliyoruz.
- Akıllı telefonlarımız, son sistem televizyonlarımız ve tabletlerimizle tam teçhizat iletişime açığız ama ne tuhaf ki, aile içinde tüm ilişkimizi bitirmişiz.
- Aynı evin, aynı odanın içinde kendi sanal dünyamızda her şeye sahibiz ama aynı zamanda Songül Öden’in deyimiyle ‘ruhumuzda kocaman bir gedik’ var.
- Neredeyse göz göze temas kuramıyoruz, konuşamıyoruz bile. Giderek daha yüzeysel ve samimiyetsiz oluyoruz. Madde gözümüzü almış, artık manadan bihaberiz.
- Gelin görün ki, iş sosyal medyaya gelince filozoflardan ve düşünürlerden büyük cümleler yazmayı çok seviyoruz. Seviyoruz da bir türlü söylediğimizi yaşayamıyoruz.
- Sözde çok duyarlıyız. 140 karakterde tepkimizi ortaya koyuyorsak, bizden iyisi yok.
- Kendi gerçeğimizi bilmiyoruz, ‘klipler dünyası’nda yaşıyoruz.
- Tüketimle kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz, aynı filmde Songül Öden’in hayat verdiği ‘Handan’ karakterinin derdinin kitap yazmaktan çok, yazacağı pahalı bilgisayarı almaktan mutlu olması gibi.
- Kendimizi her şeyi yapmaya muktedir zannederken, ellerimiz bomboş kalmış, öylece salınıp duruyoruz hayatın içinde.
Bütün bunlar ‘Rüzgarda Salınan Nilüfer’in hikayesinden yola çıkarak; Songül Öden, Tolga Tekin ve benim sohbet ederken ortaya koyduklarımız. Oysa film, bu konuştuklarımızın hiçbirinin altını kuvvetle çizmiyor. Sadece izlediklerimiz bize çok tanıdık geliyor, ister istemez kendi adımıza da bir özeleştiri haline bürünüyor.
İşte sinemanın alameti farikası bu. Yeter ki, festival filmi deyip mesafeli durmayalım. Sakin ve duru anlatımıyla, sürpriz mizahıyla bu
filmi kaçırmayalım.