“Kadınlar unutmuyor, unutamıyor. Aynı filler gibi...” ‘Kadınlar, Filler ve Saireler’ adlı oyunu seyrettiğimden beri bu replik aklımdan çıkmıyor. BKM sahnesinde sezonun yeni oyunlarından biri olan ‘Kadınlar, Filler ve Saireler’de, Vahide Perçin, Yasemin Çonka ve Açelya Topaloğlu’nun dokunuşları yla birlikte oyunun yazarı Yunus Emre Gümüş ve yönetmeni Özen Yula, kadın olmakla ilgili en ‘harbi’ metni sahneye koyuyorlar. Kadın olmaya dair tüm defolarımızı, eksiklerimizi, en komik ve hatta trajikomik hallerimizi tüm gerçekliğiyle anlatıyorlar.
Oyun, her biri ayrı kimlik, statü ve yaş grubundan üç kadının hikayesi. Ortak paydalarıysa erkeklerin onların hayatlarında, ruhlarında yarattığı tahribat. Peki, neden böyle?
Kara iğnelerin hepsini birden erkeklere batırsam da çuvaldızı kendimize batırmadan, özeleştiri yapmadan geçemiyorum.
Neden hayatı hep erkekler üzerinden algılıyoruz?
Neden kendimizi ancak erkekler üzerinden tanımlıyoruz? Babasının kızı, kocasının karısı olmak ya da eşinin statüsüyle toplumda yer edinmek çabasından neden vazgeçemiyoruz? Çağ atlamış, devir değişmiş.
Ama biz hâlâ kendimizi ifade etmek için bir erkeğin himayesini kaçınılmaz kabul ediyoruz. Yüzyılı bulan kadın hareketine rağmen bu hâlâ geçerli olan bir kabul, adı da ‘Öğretilmiş Çaresizlik’.
‘Biz güçlüyüz’
Oysa, mesele kadın veya erkek olmak değil; önce birey olmak. Kendimize ve birlikte olduğumuz kişiye değer katmak. Aksi takdirde, oyunda da mizahi bir dille anlatıldığı gibi, o beyaz atlı prens hiç gelmeyecek, yıllarca saçımızı saçımızı süpürge ettiğimiz o adam yanımızda kalmayacak veya organik sperm için bile olsa aradığımızı bulamayacağız.
O halde , bir kez daha yüksek sesle söyleyelim: Biz güçlüyüz, yeter ki kendimiz olalım.
‘Kadınlar, Filler ve Saireler’, BKM sahnesinde bu haftadan itibaren her salı akşamı seyirciyle buluşuyor.
BÖYLE OLMASAYDI İYİYDİ
Geçen hafta ‘Gece Gündüz’de Erdal Beşikçioğlu ve Burak Sergen’le buluşmuş, 14 Ekim’de Tatbikat Sahnesi Uniq Hall’de sahnelenmesi öngörülen ve Beşikçioğlu’nun
yönettiği ‘Tüy Kalemler’le ilgili sohbet etmiştik. Ama 13 Ekim akşamı, Beşikçioğlu’nun ekibinden prömiyerin iptal olduğuna dair bir mesaj aldım. Halbuki bu köşede oyuna dair yazdığım bölüm çoktan baskıya gitmişti. Sonuç olarak 14 Ekim tarihli köşemde, oyunun prömiyeri kısa bir duyuru olarak yer aldı. Dolayısıyla bu hafta bir düzeltme yazma ihtiyacı hissettim. Bana gönderilen açıklamada denildiği üzere; Başrolü oynayan Burak Sergen’in Ay Yapım’la olan dizi anlaşmasından kaynaklanan zaman sıkıntısı nedeniyle başlamadan iptal edildiğini, gerekçe olarak, provalar sırasında da yaşanan bu zamansızlığın gelecekteki oyun ve turne takvimini de etkileyebileceği öngörüsüyle alınan bu karar sonrası oyunun kasım başında prömiyer yapacak şekilde provalarına devam ettiğini, Sergen’in sahnede hayat verdiği Marquis de Sade rolünü Erdal Beşikçioğlu’nun oynayacağını yazmak niyetindeydim. Bir de ne göreyim, konu başka bir hal almış, iki değerli tiyatro insanın arasında bir polemiğe dönüşüvermiş.
Oysa Beşikçioğlu ve Sergen’le sohbet ederken, birbirlerine methiyeleri, usta-çırak ilişkisinden dem vuran karşılıklı sözleri pek hoş, pek güzel bir örnekti. Dolayısıyla, böyle olmasaydı da kol kırılıp yen içinde kalsaydı iyiydi.