Kim ne derse desin, Türkiye’de polisiye dendiğinde akla gelen ilk isimdir Ahmet Ümit. Popülerliği tartışılmaz. Kitaplarının ortalama
500 bin sattığını da düşünürsek, yazarla okuru arasında kutlanması gereken bir alışveriş olduğu muhakkak. Son romanı ‘Kırlangıç Çığlığı’ da aynı yolda ilerliyor. Eserin 300 bin adetlik ilk baskısı bir solukta tükendi. İkinci baskısı da bu hafta raflardaki yerini aldı.
Bir okur olarak, Ahmet Ümit romanlarının polisiye kurgusu, sürükleyiciliği ve merak uyandıran gizemi bir yana, tarihe ve insanlığa dair sorgulama çabasını önemsiyorum. Bir önceki romanı ‘Elveda Güzel Vatanım’, yakın tarihimizden İttihat ve Terakki dönemini tartışmaya açmış, hatta yeni bir bakış açısıyla bugüne uzantılarını düşündürmüştü. ‘Kırlangıç Çığlığı’ ise çok daha derinlikli bir sorgulamayla karşı karşıya bırakıyor bizi. Bu kez insan olmaya dair bir yüzleşme sunuyor. Kitabın meselesini en iyi anlatan cümle, ‘Vicdanını yitirmiş bir dünyadan başka nedir ki cehennem?’ Çıkış noktası ise çok daha temel bir soru, ‘İnsan nasıl bir mahluk?’ İnsan dediğimiz mahluk ne salt iyi ne de salt kötü olabilir. Ama görüyoruz ki, insanoğlu zaafları, defoları ve hırslarıyla diğer canlı türlerinden ayrılıyor. İnsanın insana ve doğaya yaptığını izlerken, varlığımızından utanır hale geliyoruz. Çocuk tacizleri, cinayetler, savaşlar, öteki olana zulüm arttıkça ve biz elimiz kolumuz bağlı kaldıkça, kendi ellerimizle bu dünyada cehennemi inşa ediyoruz.
Çocuk tacizi
İşte bu yüzden, Başkomiser Nevzat sahalara dönüyor. Bir nevi vicdani sorumlulukla bu kez çocuk tacizcilerini öldüren bir seri katilin peşine düşüyor. Dolayısıyla kitap iki konuda yoğun psikolojik araştırmaların sonucu olarak ortaya çıkıyor. Çocuk tacizi ve seri katil meselelerini birbirine bağlıyor. Her iki meseleye dair bulguları da kahramanlarının tartışmaları üzerinden okura aktarıyor. Böylelikle, okuru sorgulamaya ve yüzleşmeye çağırıyor.
Çocuk tacizcilerinin genellikle kendi küçüklüğünde tacize uğramış insanlar olduğunu, ruhunu doyuramayanların, sadece bedenini doyurmak isteğiyle sapkınlaşabildiğini ve miniklere yönelik tacizin nasıl büyük travmalar yarattığını anlatıyor. Ne yazık ki, öfkeyle, cezayla ve linçle bu durumun önlenemediğini de ortaya koyuyor. Hatta okuru, çocuk tacizcilerini öldüren seri katile hak verme noktasına dahi getiriyor. Ahmet Ümit’e, “Öldürerek adaleti sağlamak mümkün mü?” diye sorduğumda ise, “Hayır” diyor, hiçbir zaman linçten yana olmayacağını söylüyor.
Göçmen sorunu
Peki ya, öldürmekten zevk alabilir mi insan? Hep ince bir sınır olduğunu düşünebiliriz, öfkeyle, intikam hissiyle ve sayısız sebeple insan bir başkasını öldürme noktasına gelebilir. Sadece zevk almak için öldürmek, yani insan avcılığı ise ancak hastalıklı ruhun eseri olabilir. Belli ki tam da bu amaçla ‘Kırlangıç Çığlığı’ insan ruhundaki büyük karanlıkları birleştiren anlatımıyla dokunuyor okura.
Romanın satır aralarındaki katmanlardan biri de göçmen sorunu. Orada da insan olmaya dair diğer bir meseleyle yüz yüze kalıyoruz; empati. Suriyeli göçmenleri ötekileştirmek ve küçümsemek, onları kötülüğün pençesine bırakmak anlamına gelecek. Böyle giderse, bu toplumun vicdanını kanatacak yeni yaralar açılacak. Dolayısıyla okur, Başkomiser Nevzat’la birlikte, zekice planlanmış seri cinayetlerin izini sürerken, tüm bu derinlikli konuları da zihninde çözmeye çalışacak.