Geçtiğimiz haftadan devamla, Türkiye’nin Oscar adaylığı üzerine birkaç kelam daha
Mustafa Kara imzalı ‘Kalandar Soğuğu’ Türkiye’nin Oscar adayı olunca, ayrıca bir meraka kapıldım ve nihayet filmi izleme şansına eriştim. Öncesinde sadece yurt içi ve yurt dışı festivallerde yer aldığından haberdar olmuş ama başka bir fikir edinememiştim. Filmi seyrettiğimde boğazımda bir yumruyla kalakaldım. Memleketimin insanının verdiği yaşam mücadelesini ‘orada bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüz’ duygusuyla izledim .
Karadeniz’in dağ köyünde, tek göz odada yaşayan beş kişilik bir ailenin hayatına bu kez yakından bakabildim.
Hırçın coğrafyanın izlerini karakterlerin yüzlerinde, fakirliğin, yokluğun izlerini mekanda, dekorda, kostümde tüm çıplaklığıyla seyrettim. Öyle ki, bir noktadan sonra bunun kurmaca bir film olduğunu unutup, gerçekle yüzyüze kaldım. Nuri Bilge Ceylan ‘ın o sözü kulaklarımda çınladı: “Ah benim güzel ve yalnız ülkem!”
Hayatta kalma mücadelesi
Hikayeden bahsetmek gerekirse, Karadeniz’in dağ kasabasında derme çatma bir klübede karısı, annesi, biri özürlü olan iki oğlu ve hayvanlarıyla yaşayan Mehmet’in bir yolunu bulup, borçlarını ödeyecek, bir ev yapacak kadar parayı bulma çabası etrafında gelişen olaylar... Aslolan hayata tutunmak, hatta hayatta kalmak için verdikleri mücadele. Mehmet’in işçi olarak çalışmayı reddedip, kısa yoldan, dağlarda maden arayarak veya boğa güreştirerek parayı bulma derdiyse, o bölge insanın tanıdık gelen yırtma çabası. Çarpıcı olan, tüm acılara karşı o kabullenişleri, kültürümüzün, inancımızın ayrılmaz parçası olan o tevekkül; takdiri ilahi.
Hikayeyi bu kadar etkili kılan nefes kesen doğal güzellik, doğayı başrole koyan görsellik de tartışmasız büyüleyici.
Sözüm o ki; sinemamızda bu denli özgün, özel işlerin olması Oscar yolunda bana hâlâ umut veriyor. Yeter ki öncesinde gereken tanıtım ve lobi faaliyetlerinin de hakkını verelim.