“Buralar ne kadar güzeldi, bir görebilseydin”
Başı dimdik bu siyahi kadından çok etkilendim. Hayatını bir savaşa adamış olmasından, “Sonunda yüzde 90 başardım” diye gururla gülümseyişinden de. O anlattı, ben dinledim. Soru sormaya gerek yoktu. Margie, kendinden çok emindi.
“Buraya yakın Norco şehrinde büyüdüm. Ağaçlar içinde, cennet gibi bir yerdi. Beşinci sınıftayken bir gün babam “Taşınıyoruz” dedi. Meğer şehir bir petrol şirketine satılmış. Biz de Diamod’a taşındık. Buradaki liseyi, zencilerin eşit haklara sahip olması için uğraş veren Mary McLeod açtı.
Neler neler yaşadık. Rafineriler her yanı sardı, şehirler bacaların arka bahçelerinde kaldı. İçimden bir ses savaşmamı söyledi. Bu gördüğün baca var ya, şu anda yüzde 90 temizlenmiş halde çalışıyor. Yıllarca bu rafinerinin zararlı olduğunu kanıtlamak için uğraştık. 50 yıldır savaşıyoruz. İçinde bir yerlerde, savaşının haklı olduğunu hissediyorsan, korkmayacaksın. Şimdi filtre takıldı bacaya. Artık yüzde 90 daha az kirleniyor havamız. Suyla, toprak kirliliğiyle savaşımız sürüyor. Ölene dek peşini bırakmam. Tanrı böyle söylüyor, ölene kadar bırakmam.
Bir sürü insan göç etti buralardan ama işi, geliri olmayan aileler nasıl gidebilirler? Rafineri içme sularımızı, topraktaki sızıntıyla ürünlerimizi etkiliyor. O kadar genç ölüm oldu ki. Hava kirli, su kirli, yediğin içtiğin her şey zehirli.
Kolay gelsin Margie
Üç saate yakın konuştuk. Her pazar ayininde söyledikleri 'ghospel’ları canlı dinledim. O, yeldeğirmenlerine karşı savaş veren bir kahramandı. Anlattı, ağladı, şarkılar söyledi. Zor ayrıldık, uzun vedalaştık. Üç saatin sonunda, bana üç tane hayat dersi kaldı: Bir, hayallerinin peşinden git. İki, savaşmak zorundaysan savaş. Üç, kazanman çok uzun sürebilir, ama içinde haklı olduğuna dair bir ampül yanıyorsa, hak yerini bulur.