Şiddet kimden gelirse gelsin karşıyım. Toplumun büyük bölümü bu denli sevgi ortamını yakalamışken hiç bırakmayalım. Sevginin her şeyin üzerinde olduğunu unutmamak gerek
Aslında bir güzel Bodrum’u anlatacaktım. Tam da zamanında, yazın başında gitmiştim. İstanbul’da dönünce anladım ki yaşadığım şehir, artık o şehir değil. Sevgi, saygı gelmiş memlekete, dört gündür Gezi Parkı’nda gidiyorum. Şiddet, sevgiyi doğurmuş. Gördüğümü, şahit olduğumu, yaşadıklarımı toparlamaya çalışırken, yazmaya başlarken bizim ufaklıklardan birinin ettiği laf geldi aklıma. Beş yeğenimin en ufağı, ergenliğe atlatmaya çalışan bir kız; anne-babasına isyan ediyor; “Sosyal hayatımı engelleyemezsiniz” diye.
Yediğin önünde yemediğin arkanda
Ablam dil döküyor; “Kızım, yediğin önünde yemediğin arkanda. Ben senin yaşındayken hiçbir şeyimiz yoktu. Bak yurt dışına bile gidiyorsunuz” diye anlatıyor da anlatıyor. Ablamın tüm bu kazanımlar karşısında koşulsuz istekleri var: Saçını düzleştirmeyeceksin, lens takmayacaksın, geç yatmayacaksın, gibi gibi... Yapıldığı zaman cezaya katlanması gerekiyor. Oraya gidemezsin, buraya gidemezsin, gezmek yok, arkadaşlarıyla sinema yok... Bizimki sonunda patladı; “Sosyal hayatımı engelleyemezsiniz” diye. Kalakaldık. Sessizliğin ardından güldük, bu akıl dolu tepki karşısında. Yaşı ne olursa olsun, kendi hayatını yaşamak istiyor. Yaptığı her şeye karışıldığı hissine kapılıyor.
Özgürlük alanına dokundurtmuyorKarşısındaki ana-babası da olsa kendi kimliğini ortaya koyuyor. “Tamam eyvallah beni düşünüyorsunuz ama bir bırakın, ben de bireyim” diyor.
Şimdi bizim ufaklık tepkisini ortaya koydu diye, haklılığı tartışılır bile olsa onu dövmek mi lazım? Haklılığı, haksızlığı diyalogla çözmek; anlatmak, ikna etmek, orta yerde buluşmak ve anlaşmak için çaba göstermek varken. Kaçıp, gücümüzü böyle şiddetle mi gösterelim, yoksa akılla mı? Hiç mi tahammülümüz yok, sinirlerimiz bu kadar mı yıprandı? Şiddet içimize bu kadar mı işledi?
En kolayı döv gitsinErkek istemediği bir şey yaptımı kadını dövsün. Öğretmen, laf dinlemedi diye öğrenciye veryansın etsin. Gençler “Bana mı baktın?” diye birbirine girsin. Trafikte “Vay sen beni nasıl solladın?” diye kavga çıksın. Şiddet o kadar içimize işlemiş ki. Tam arsızlaşmışken, şiddetten sevgi ortaya çıktı. İşte bu yüzden bu sevgi ortamı çok kıymetli, umarım bu yaşadıklarımızdan kendi payımıza düşüne alırız.
Son dört geceBinlerce insan var Gezi Parkı’nda, insanlar o kalabalıkta çarpışıyor. İstanbul ahalisi hiç alışık değildir “Özür dilerim” demeye, her çarpışan özür üstüne özür diliyor. Kadınlara yol veriyor. Dikkat ediyor. Yiyeceğini paylaşıyor, almayınca ısrar ediyor.
Gaz kokusu, yerini köfte kokusuna bırakmış. Balık-ekmek satan da var, karpuz da. Yemek dağıtanı da var. Genç kızlar lokum da dağıtıyor, kandil simidi de. Bu arada kandil gecesi içki içeni görmedim. Herkes birbirine saygılı, ne zaman içeceğini de biliyor, içmeyeceğini de. Gezi’de artık ne deniz gözlüğü, ne de maske var. Maskeler çıkınca muhabbet var. Yakılan araçların üzerinde hatıra fotoğrafı çektiren de var.
Şiddet kimden gelirse gelsin karşıyım, küfüre de öyle. Aynı fikirde olunmasa bile tepkiyi ilkel yollarla göstermenin manası yok. Toplumun büyük bölümü bu denli sevgi ortamını yakalamışken hiç bırakmayalım. Bazen her şeyi siyasetle çözemeyiz. Sevginin her şeyin üzerinde olduğunu unutmamak gerek.
Mekân protestosuTelevizyonlar, Gezi Parkı eylemlerine kayıtsız kalınca, özellikle haber kanallarına karşı tepki oluştu. Tepki, mekânlara da sıçradı. Starbucks, Saray Muhallebicisi, Mado, Kitchenette, Nusr-et (D.ream’in markaları) gibi mekânların birçok şubesi, akşam oldumu kepenk kapatmaya başladı. Protesto edelim tamam da burada çalışanların ne günahı var? Bilir misiniz ki onlar, maaşlarını cirodan yüzde ve bahşişlerden çıkarıyorlar? Patronları protesto ederken çalışanlar güme gidiyor. Karar sizin.