Son birkaç yıldır otellerin içindeki mekanlar gündeme gelmeye başladı. Sofa Otel’in çatı katındaki Frankie, Nişantaşı’nın en lüks işletmelerinden biri oldu. Karaköy’deki Gradiva’nın üst katındaki Zelda Zonk son iki yıldır, şehrin en alternatif mekanı. Otellerdeki işletmeler popüler olmaya başladıkça, ünlü işletmeciler de otellere sıcak bakmaya başladı. İstanbul’da Sortie, Solomanje, Kalamata, Limoncello gibi birçok işletmenin sahibi olan Erol ve Varol Kaynar Kardeşler, şimdi de The Plaza Otel’in çatı katındaki restoran ve barı işletmek için anlaşmışlar.
Geçtiğimiz gün, otele uğradım. Eski İstanbul’dan Karadeniz’e kadar uzanan bir manzaraya sahip, şahane bir yer. Terasa çıktım; öyle bir tasarlanmış ki, gram rüzgar yok. Peki, nasıl bir yer olacak burası?
Şimdilik adı belli değil. Önümüzdeki hafta her şey netlik kazanır diye düşünüyorum. Cento Per Cento’nun ünlü şefi Maurizio Morelli, Londra’dan kalkmış gelmiş, yeni mönü için çalışıyor.
Varol Kaynar’dan öğrendiğime göre, burada deniz ürünleri ağırlıklı bir fine dining restoran açacaklarmış. Haftanın belirli günleri de sürpriz isimlerle canlı müzik performansları olacakmış.
Pazar günleriyse uzun kahvaltı servis edilecek. Ben en çok kahvaltısını merak ediyorum.
GÜNEY SAHİLLERİN MAKUS TALİHİ
Kış ortasında güneye gitmek kimselere cazip gelmez. Ne beach’ler açık, ne akşamüzeri partileyebileceğiniz bir yer, ne ünlü var, ne de insan... Hafta sonu Alaçatı’daydım. Sabah erkenden dikildim ayağa. Daracık bir sokakta oturuyorum. Hemen çaprazımda bir köy kahvesi, köy hayatı başlamış bile. Yeni demleme çaylar içiliyor. Alaçatı gerçek sahiplerine kalmış. Olağan hayatlarına devam ediyorlar.
Yazın açık olan birçok yerin kapısına kilit vurulmuş, önümüzdeki sezonu bekliyorlar. İnsan kışın şehirden daha çok sıkılıyor. Üstüne üstüne geliyor bazen. Eğer bünye bu haldeyse hiç düşünmeden atın kendinizi güneye, gündüz dinginliğini yaşayın. Buralarda hayatın ne kadar yavaş ilerlediğine bizzat şahit olun. Alaçatı’ya bu duygularla geldim. Gün batana kadar böylesine bir havayı solumak bile keyif veriyor. Akşam ise daha bir sessiz, in cin top oynuyor. Sokaklar bomboş, hani yürümeye korkacağınız türden...
Hayat belirtisi yok gibi
İlk gece böyle çok sessiz filan derken, “Alaçatı’nın gediklisi olan Göz Lounge’a gidelim” dendi. Malum açık olan ender yerlerden biri, gidene kadar kimseciklerle karşılaşmadık. Hayat belirtisi yok gibiydi. Göz Lounge’dan içeriye girince, şaşırmamak mümkün değil. Bu kadar terkedilmişliğin içinde, hatırı sayılır bir kalabalık söz konusu. Gerçekten eğleniyorlar. Hem de ne eğlenmek, nereden çıktı bu insanlar!
E sokaktan insan geçmiyordu hani. Göz Lounge’u gördükten sonra karar verdim, kışın da gelinir buralara. Düşünüyorum, kışın güneyde hayat belirtisi gördüğümüz zaman hayret ediyoruz. Olağandışı karşılıyoruz. Sonra da turizmin sadece yaz aylarında sıkışıp kaldığından şikayet ediyoruz. Yazın gitmek için can attığımız güneyin, kışın da ne kadar keyifli olabileceği hiç aklımıza gelmiyor. Kendinize zaman ayırın, birkaç günlüğüne de olsa kaçın gidin oralara. Yaşadığınızın farkına varın!
GÖZDE-ÖVGEHAN OĞULTÜRK ÇİFTİ
İhtiraslı bir gençlik aşkı, ayrılık, sonra başka evlilikler ve hayatlar... Aradan geçen yıllar sonrasında yeniden bir araya geliş, evlilik ve çocuk... Kaderin bir cilvesi gibi. Alaçatı’da tanıdım bu çifti. Aynı zamanda iş ortağı olan çift, Göz Lokal ve Lounge’ın sahipleri. İstanbul’u 2008’de terk edip, Alaçatı’da yeni bir hayata yelken açmışlar. Sadece yazın değil, kışın da mekanlarını açık tutacak cesarete sahipler ve bu cesaretlerinin meyvelerini topluyorlar. Ortalıkta insan yokken, mekanları kışın bile dolup taşıyor. Kıskanıp imrenmemek mümkün mü? Herkesin hayali değil midir; İstanbul’dan kaçıp güneye yerleşmek, buralarda otel ve restoran açmak... Beni kıskananların arasına yazın.