Hafta sonu Doğu’daydım; Adımayan’dan Diyarbakır’a kadar gezdim. Hafta içiyse kendimi Doğu’yla Batı’nın tam ortasındaki Havana gecesinde buldum. Doğu’yu birazdan okuyacaksınız, ama Suada’daki Havana gecesinden
notlarla başlayalım.
Bu yazın en iyi çalışılmış, en iyi organize edilmiş gecesiydi, Suada’nın açılışındaki Havana partisi. Kocaman havuzundaki sandallar, Havana evleri, mojito okulu, girişteki pasaport kontrolü, iplere asılmış çamaşırlar, puro...
Herkes gecenin mimarını sordu birbirine. Ben de Ali Ünal’a sordum; her zamanki mütevazı haliyle kendini gösterdi. Biliyorum kocaman bir ekip var arkasında. Son zamanlarda tanık olduğum en iyi partiye imza atanlara helal olsun.
SiZ BATI’YA BENZEMEYiN
Geçen hafta sonuna kadar benim için Doğu, haritanın doğusundan ibaretti. Adıyaman’dan başlayıp, Diyarbakır’da son bulan gezimin ezcümlesi; “Doğu bize, biz Doğu’ya hayran” oldu. Doğu doğalın kendisi. Unutmuştum, doğal sebzenin, meyvenin, etin tadını. GDO, hormon vs. ulaşamamış buralara. Domatesin domates, karpuzun gerçekten karpuz olduğunu, insanın gerçekten insan olduğunu gidip görmeden anlamıyorsunuz.
Yoksulluk mu? Dibine kadar var: Çocuklar sadaka peşinde koşuştururken, milyon TL’lik evler de havada kapışılıyor ama. Lüks binaların bulunduğu yere “Yeni şehir” denildiği Doğu’da, bizler eskinize hayran kaldık. Nereye mi? Cendere’nin kanyonuna, Nemrut’un büyüsüne, Mardin’in dar sokaklarına, taş binalarınıza, Midyat’ın çarşısına, Urfa’nın hanına, Diyarbakır’ın kalesine, Hasankeyf’in olağanüstü manzarasına, Balıklı Gölü’nüze, sabah kahvaltınıza, mavi bademinize, Fırat’ınıza, Dicle’nize... Siz siz olun, ne doğanızı bize benzetin ne de kentinizi...
Unutamayacağım lezzetler
İki yerde kaburga dolmanızı yedim; Mardin’deki Selim Usta’da hüsrana uğrasam da, Midyat Shmayaa Otel’dekine “İşte budur” dedim. Adıyaman tavanızı şimdi olsa yine yerim. Mardin’nin Süryani şarabını, hele ki Shiluh’ın Manastır’ı iyi bir deneyim oldu. Mavi renki badem şekeri var ki yazarken bile atıştırıyorum. Rengarenk doğal sabunları, ipek şalları, kahvaltıda ciğeri, yeşil Urfa biberi, tırnak pidesi hiç unutmayacağım lezzetler oldu. Doğu’yu bizimle buluşturan ETS Turizm’e haber ola: Bir de Karadeniz’e mi tur düzenlenseniz, şöyle tüm ahali gitsek. Nasıl olur?
ÇAPA’SIZ EĞLENCE TATSIZ TUTSUZ
Cahide’yi severim. Ne zaman Cahide’nin yenisiyle karşılaşsam gözüm ilkini arar. Aradığım Cahide değil aslında, sunduğu eğlence motifi; rahat ve içten. Hafta içi Cahide’nin en yeni versiyonu Düğün Sarayı’yla tanıştım. Her şey dört dörtlük ama üzgünüm, hâlâ eski Cahide’yi arıyorum İzzet Çapa. Şimdi bana kızacaksın biliyorum. Olsun varsın... Şunu biliyorum ki, İzzet Çapa eğlendirmekten sıkıldı. Kendini kafe konseptine ve yemeğe adadı. Çapa’yı eğlendirmekten soğutan kimse, Allah onu bildiği gibi yapsın. Onun ruhunu koymadığı eğlence, tatsız tutsuz bir şey yahu.
YASAKLAR YASAKLAR...
Yasakla ilk tanışmam 80’lerin başına dayanır. Altı yaşındayım, bir sabah uyandım, “Sokağa çıkamazsın” dediler. Yasakların devamı geldi sonra; büyüklerin yanında konuşmak yasak, evden uzaklaşmak yasak, kahve içmek yasak... İlk kez o zaman sordum; “Herkes içiyor, bize niye yasak?” diye, “Kara olursun” dediler.
Okula gittim, konuşmak yasak, gürültü yapmak yasak... Konuştun mu? Hemen tahtaya çık pergel, cetvel ne varsa çocuk ellerimizde. Hiç acımazlardı. Teneffüste koşmak da yasaktı, hele ki müdür görmesin, hemen odaya... Odasına ilk girdiğimde altıma kaçırdığımı hala unutmuyorum. Eve hava kararınca dönmek yasaktı, terlemek de. Üzerine kirlemeyecektin, o da yasak.
Aradan 33 yıl geçti, hâlâ yasaklarım var.
Çocukluğum Zeki-Metin’in ‘Yasaklar’ını
dinlemekle geçti. Kasetten dinledik. Hâlâ ezbere bilirim; “Yasak kardeşim Yasak...” Alkol yasak
olmuş ne olur ki. Daha ne diyeyim ben size.