18.11.2012 - 19:45 | Son Güncellenme:
NEŞE MESUTOĞLU / nese.mesutoglu@milliyet.com.tr
‘İstanbul Türkçesi’ deyimi, ilk kez 1910’lu yıllarda, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının örnek alınmasını önerdikleri bir konuşma ve yazma şekli olarak ortaya çıktı.
İngilizcenin en gelişmişi Londra’da, Fransızcanın en gelişmişi Paris’te, en düzgün Almancanın Berlin ve Viyana’da konuşulması nasıl doğalsa, Türkçe için de en güzel ve doğru gelişimin İstanbul’da yaşanması o kadar tabii bir sonuçtur. Peki, İstanbul Türkçesi İstanbul’da kimlerin, hangi halk tabakasının konuştuğu ve nasıl bir Türkçedir? Öğrenimini Arap dilinin egemen olduğu eğitim sisteminde alan ulemanın, konuşma ve yazma dilinin İstanbul Türkçesi olmadığı açıktır. ‘Babıali Efendisi’ veya ‘kalem efendisi’ deyimleriyle alay edilen, Farsça ve Arapça sözcükleri kullanarak kendilerini ayrıcalıklı göstermeye çalışan devlet bürokrasisindeki kişilerin dili de İstanbul Türkçesi değildir. Tanzimat’a kadar Doğu edebiyatı kalıpları içinde yalnızca şiire yoğunlaşan şairlerin eserlerinde, Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı yapay bir dil kullanmaları da onların dilinin İstanbul Türkçesi olamayacağının kanıtıdır. Tanzimat’tan sonra Batı’yla ilişkisi artan sanatçılar da Arapça ve Farsça sözcükleri terk etmemiş, ancak bunlara Fransızca sözcükleri katarak bilgiçlik taslamayı sürdürmüşlerdir.
İstanbul Türkçesi, az okumuş kadının dilidirO zaman İstanbul Türkçesi kimin dilidir ve nasıldır? Dilde sadeleştirmenin öncüleri Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin, bu sorunun yanıtında birleşiyordu. Cevabı Ömer Seyfettin’den alalım: “Az okumuş, az münevver kadınlara gelince... İşte dilimizin asıl vicdanı onlardır. Onlar hiçbir kitabın, hiçbir suniliğin tesiri altında kalmayarak, altın gibi bir Türkçe konuşurlar. Ecnebi kelimeleri bozar, bizim konuşma şeklimize uydururlar. İstanbul Türkçesinin ahengi onların dudaklarında, lisanımızın dilbilgisi kuralları onların sinelerindedir.” Ömer Seyfettin daha da ileri gider, edebiyatçılara yazdıkları eserleri bu kadınlara okumalarını ve onların anlamadıkları kısımları yeniden yazmalarını önerir. Ziya Gökalp bu kadınların yaşadıkları semtleri de belirtir. En iyi Türkçenin Fatih-Aksaray-Süleymaniye üçgenindeki kadınların konuştuğunu söyler. Halit Ziya Uşaklıgil de ömrünün son yıllarında bu süslü dili terk etmiş ve kendi eserlerini sadeleştirirken kaleme aldığı yazısında, “En güzel İstanbul Türkçesini Laleli’deki hanımefendiler konuşur” demiştir. Ziya Gökalp’ın tanımladığı kadınla Halit Ziya’nın ‘hanımefendisi’ arasında nitelik farkı olabileceği düşünülse de, ikisinin de İstanbul’un Tarihi Yarımadası’ndaki kadınları işaret etmeleri, okumuş, yabancı dil öğrenmiş Şişli ve Nişantaşı hanımlarının örnek gösterilmemesinde birleşmeleri ilginçtir. Görülüyor ki İstanbul Türkçesi, pek fazla olmasa da belli bir eğitim almış ve belli bir eğitimi olmasa da, belli bir deneyim sahibi olmuş, bürokrasi ve dini görevli olmayan, orta sınıf halkın dilidir.
Karagöz’ün dili
Bu dilde süslü terkiplere rastlanmaz, ama dil işlek ve Türkçenin yapısına uygundur. Bu dili konuşan İstanbullu, yabancı sözcük ve deyimleri Türkçe söyleyiş kurallarına göre değiştirmekten çekinmez. Örneğin ‘nerdüban’ sözcüğü dile girmişse onu ‘merdiven’ yapar. Osmanlı İmparatorluğu dışında yaşayan Türkler de ortak dil olarak İstanbul Türkçesini benimsemeye meyillidir. İstanbul Türkçesinin
tipik uygulama alanı da Karagöz ve ortaoyunudur. Bu seyirliklerde Türkçeyi kendi dil kurallarına göre bozarak konuşan Musevi, Ermeni, Acem tipleri, yanında şiveyle konuşan Karadenizli, Rumelili tipler de vardır. Konuşmalarının İstanbul Türkçesinden farklılıkları vurgulanır.
New York argosu rakip olur
Dillerin karşılaşmaları bereketli buluşmalardır. Türkler Anadolu’ya ulaşana kadar Çince başta olmak üzere birçok dille karşılaştılar. Türkçe büyük yolculuğunun en görkemli noktasına İstanbul’da ulaştı. İstanbul sadece Osmanlı’nın değil, Türkçenin de Türkçe de argonun da başkenti oldu. Genel argomuzun dil kaynaklarıysa, İstanbul argosu sayesinde 20’yi aşkın dilden izler taşır. Çince, Moğolca, Sanskritçe, Arapça, Farsça, Ermenice, Kürtçe, İspanyolca, İbranice, Bulgarca, Romence, Rusça, Arnavutça, İngilizce, Fransızca, Almanca gibi dilleri işleyen argomuzla ancak
‘New York argosu’ yarışabilir. İstanbul argosu, 2000’lerde yapılan son saptamaya göre, 7 bin 400 değişik kavram/anlam şifreleyen sözcükler ve deyimler içeriyor. Dünyanın en zengin, en renkli argosu da İstanbul argosudur.
YARIN: iSTANBUL EFENDiSi