Şiddeti önlemek için sadece adli tedbirleri artırmak yeterli değil. Medyanın ve sivil toplumun tolerans kültürüne ihtiyacımız var. Aksi takdirde kendilerini hayat kurtarmaya adayan sağlık çalışanları, karşılaştıkları hayati tehlikeler nedeniyle hizmet veremez noktaya sürüklenebilir
Son dönemde toplumsal şiddetin artışını izliyoruz. Kadına yönelik şiddet, artık sokak ortasında öldürülmelerine kadar vardı. Devlete korunmak için başvuran kadınların sayısı da oldukça fazla.
Güvenlik güçlerinin tüm şiddet olaylarını önlemek için proaktif, ‘yani olay olmadan’ önleyici şekilde harekete geçmeleri gerekir. Ancak tüm şiddetle ilgili şikayetlere yetişmek de mümkün değil. Bu nedenle toplumumuzun bozulan ruh sağlığının yeniden tesis edilebilmesi için çok daha sistematik bir uygulamaya ihtiyaç var. Özellikle topluma örnek olması gereken siyasetçi, aydın ve sanatçıların medyada yer alan söylemlerinde yumuşamaya ihtiyaç duyulmakta. Medyaya bu konuda çok önemli görevler düşmekte. Medya bu alandaki görevini layıkıyla yerine getiremezse şiddet bağımlısı genç kuşaklar toplumun kamplaşmasına ön ayak olacak.
Medyanın etkisi
Freedman ve Sears (1993) adlı iki sosyal bilimci, televizyonda şiddet eylemlerini gözlemenin saldırganlıkla ilgili düşüncelerin uyarılmasına yol açacağını, bununsa davranışsal eğilimlere yayılmasıyla gözleyenleri eyleme daha hazır hale getireceğini vurgulayarak medya-şiddet ilişkisini açıklar. Toplumda gözlenen şiddet davranışlarıyla medyada sergilenen şiddet olgusuna yaklaşımda model almada sosyal öğrenme süreci temel alınır. Tüm davranışlarda olduğu gibi, şiddet içeren davranışlarda da özdeşleşme, pekiştirme beklentisi gözlenen davranışın yapılması, taklit edilmesi gibi öğrenme ilkeleri işler. Eğer TV’den bir şeyler öğreniliyorsa saldırgan davranışlar da öğrenilebilir; ancak sosyalleşme sürecinde saldırganlığın ne zaman uygun olduğunun ya da olmadığının öğrenilmesi daha önemli. Bundan daha önemlisiyse düşmanca saldırganlığın ve şiddetin öğrenilmesine izin verilmemesi, toplumca onaylanmaması.
Sonuçlar, çarpıcı
Ne yazık ki 30 yaşında gencecik bir hekim arkadaşımızı toplumsal şiddete kurban ettik. Hemen her gün özellikle cerrahi branşlar, 112 ve acil hekimlerine yönelik olayların artarak devam etmesi, bunun bireysel bir vaka olmadığını gösteriyor.
Toplumsal araştırmalar da bunu kanıtlıyor. Burdur-Isparta Tabip Odası’nın 2008-2010 yılları arasında yapmış olduğu ‘Hekime Yönelik Şiddet Araştırması’, Türkiye’deki şiddetin oranını gözler önüne seriyor. Bu araştırma verilerine göre; kamu sağlık hizmetinde çalışan uzman hekimler arasında şiddete uğrama oranı yüzde 45 olarak belirtilirken, özel sağlık hizmetlerinde çalışan uzman hekimler arasında bu oran yüzde 5. Yaşamları boyunca en az bir defa şiddet içeren bir olaya tanık olduğunu söyleyen sağlık çalışanı oranı yüzde 96’yken bunların yüzde 64’ü en az bir defa şiddete maruz kaldığını belirtiyor.
Şiddet uygulayanların profilinin yüzde 86’sı hasta ve hasta yakını. Sadece hastaların uyguladığı şiddetin oranı, yüzde 6 civarında. Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin yüzde 14’ünü de sağlık idarecileri gerçekleştirmiş. Şiddet uygulayanların yüzde 92’si, erkek.