Bu hafta da sizlerle biraz dertleri paylaşacağım, dertleşeceğim.
Sağlık sorunlarının sosyo-ekonomik problemlerle ne kadar ilişkisi var? Yaşadığın ülke, sosyal çevren, geleneklerinle, o andaki sorunların, senin sağlığına nasıl yön veriyor?
Bilimsel diye kabul ettiğimiz her şey yüzde 100 doğru mu? Bir doktorun hastalığı, kendisi ve çevresi tarafından nasıl algılanıyor? Doktorun çevresi nasıl algılıyor? O panik içinde doğruları mı yapıyor?
Kendimi anlatacağım...
Yıllar önceydi.
1980’li yıllar.
Başımın tabanında bir ağrı başladı. Önce ağrı kesicilerle bu ağrıyı dengelemeye çalıştım. Ağrılarda kısa süreli azalmalar oluyordu. Fakat ağrı devamlıydı. Gündüzleri de geceleri de giderek artıyordu. Önceleri kimseye söylemedim. Beynimin tabanındaki bu ağrıyla ilgili kurgular yapıyordum. Kendi kendime çözemediğim bu sorunun onlarca alternatif içinde ne olduğunu düşünüp, günlerimi ve gecelerimi karartıyordum.
Derin bir umutsuzluk
Ağrıyı beynimin tabanında hissettiğim için en kötü hastalık ihtimallerini düşünüyordum, kimseye anlatamadığım derin bir umutsuzluk yaşıyordum, paylaşmak da istemiyordum derdimi. Sonunda ağrılar giderek arttı. Ağrı kesicilerle de kontrol edemeyeceğimi anladığım zaman kendi kliniğimde çok güvendiğim bir kulak burun boğaz uzmanı vardı. Ona gittim.
Tüm cesaretimi toplayıp ona muayene olmaya karar verdim. Ağrılar başlayalı 20 gün olmuştu. İçimde büyük korkular vardı.
Kanser için, ölüm için çok erken değil miydi?
Oysaki hayatta çok şeyler vardı yaşanacak. O endişeler içinde muayene koltuğuna oturduğumu biliyorum. Doktor acaba ne diyecek?
Onun için hasta psikolojisini iyi bilmek gerekiyor. Muayene olurken hasta, doktorunun gözlerinin içine bakıyor, ağzından çıkacak sözcüklere ve sonuçlarına teslim oluyor.
Doktor arkadaşıma ağrının olduğu bölgeyi tarif ettiğimi hatırlıyorum, bir de ne zaman başladığını. Muayene başladı. Doktor bütün dikkatiyle boğazıma ve boğazımın üst kısımlarına bakıyordu. Birden arkadaşımın yüzünün sarardığını, alnındaki terleri ve gözlerindeki endişeyi gördüm. Ben o anda kanser olduğuna doktor olduğum için çoktan karar vermiştim. Arkadaşım üzüntülü bir ifadeyle yarın hastaneye gelmemi, oradan bir parça alınması gerektiğini söyledi. Daha sonra da endişelerini doktor olan eşime anlatmış.
Randevuya gitmedim
Ben o gün işimden, yaşamdan parça parça kopmaya başladım. Ertesi gün hastanede verilen randevuya gitmedim. Arabama binip bütün İstanbul’u dolaşıyordum. Karmaşık psikolojik duygular içinde...
Bütün yeşiller benim için artık gri görünüyordu. Maviler karanlıktı. Devamlı Clayderman’ın piyanosunu dinliyordum koyduğum kasette.
İnsanları çok seviyordum. Doğayı çok seviyordum. Tanrı’ya inancım tamdı. Bu hastalık beni neden, nereden bulmuştu? İnsanın burada bir isyan dönemi oluyor; erken değil miydi ölüm için? Daha yaşanacak çok şey vardı, paylaşılacak sevgiler...
Bütün insanlardan kaçar olmuştum. Derdimi kendimle paylaşıyordum. Tam bir içine kapanma, tam bir depresyondu yaşadığım.
Doktorun dediğini yapın yaptığını yapmayın
 İşte böyle oluyor bir doktorun hastalığı. Günler birbirini kovalıyordu, acılar içinde. Daha önce özlemini çektiğim yerlere, bazen de anılarımı tazelemek için başka yerlere gidiyordum. Sonunda eve gidip uyuyordum. Benim sıkıntılardan kurtulmak için sığındığım liman uykuydu. Yine bir gün öğleden sonra saat 16.00 civarında bitkin olarak eve geldim ve uykuya daldım. O sıralarda ekmek de fazla yemiyordum. Uykuda da sıkıntılarım vardı. Birden uyandım. O dalgınlık içinde ekmek yemem gerektiğini düşündüm. O panikle kapıcıya hemen bir ekmek alıp getirmesini söyledim. Ekmek gelir gelmez baş tarafını kopardım ağzıma attım. Yutmaya çalıştım zorlukla yuttum. Birkaç dakika sonra ağzımdan kan gelmeye başladı. Lavaboya tükürüyordum. Devamlı kan ve parça parça dokular geliyordu. Kanama giderek artıyordu. Acaba kanamadan mı öleceğim endişesi vardı içimde. Daha fazla kan kaybetmeden eşimi aramayı düşündüm. Etrafı telaşa vermemek için vazgeçtim. O dakikaları, saniyeleri hayatım boyunca unutamayacağım. Birazdan kan azalmaya başladı. Gözlerime ışık geldi.
Sonunda karar verdimÂ
 Ağrılarım o dakikalar içinde azalmaya başladı. Bir müddet sonra kanama kesildi. Yeniden dünyaya gelmiştim. Ağrı tamamen yok olmuştu. Yaşama tutunmak ve yaşamak ne güzeldi. Hemen giyinip kliniğe gittim. Vücut tüm canlılığını kazanmıştı. Kulak burun boğaz doktoru arkadaşımın odasına girdim. Muayene koltuğuna oturdum. O bana neden ihmal ettiğimi, hastaneye niçin gelmediğimi söylüyordu. Boğazıma hemen bakmasını rica ettim. Baktı ve sitemli bir şekilde tebessüm ederek niçin başkasına bir müdahale yaptırdığımı sordu. Kısaca hikâyeyi anlattım, ekmek yedikten sonra nasıl rahatladığımı.
Sonunda karar verdik. Bu ağzın üst tavanında zaman içinde oluşan bir apseydi ve oluşma yeri olarak da çok ender görülüyordu.
Burada sizinle şunu paylaşmak istedim: Doktor da bir insandır. Onun da kendi sağlığıyla ilgili ihmalleri vardır, eksikleri vardır. Siz yine de doktorun dediğini yapın da, yaptığını yapmayın. Çünkü her zaman bu tesadüfler olmayabilir. Refleksleriniz ve içgüdüleriniz size yardım etmeyebilir.