İki hafta önce yazımda aort anevrizması ve beyin damarlarındaki anomaliden (beyin damarlarında doğuştan olan bozukluk), bunların birçok insanda olduğundan ve insanların bunun farkına varmadan yıllarca yaşadığından bahsetmiştim...
Beyin damarlarında doğuştan olan bozukluğa bağlı olarak gencecik bir fidan, Zafer Önday’ı kaybettik. 21 yaşındaydı, ömrü-nün baharındaydı ve önünde yaşanacak uzun bir hayat vardı.
Zafer Önday, çok yakın dostlarım Sevgi ve Mehmet Önday’ın oğulları... Allah aileye sabır versin, kolay değil evlat acısı...
Zafer’i çocukluk günlerinden beri tanıyorum. Komşu olduk, tatillere beraber gittik ve kısa süren yaşamını bir süre paylaştık. Hiç unutmuyorum; sünnet olmak için bizim kliniğe getirildiğinde sünnet edecek doktora küfretmesini, “Neden kesiyorsun?” diye hesap sormasını. 5 - 6 yaşlarındaydı.
Dudaklarında her zaman bilge bir tebessüm vardı; çocukluğunda da, delikanlılığında da...
Ölümler hepimize çok şey düşündürür. Kendi hayatımızın muhasebesini yaparız, kendimizle hesaplaşırız. Doğrularımızla, yanlışlarımızla...
Nedense bu hesaplaşmayı çok kısa süreye sığdırmaya çalışırız ve kendi hayat akışımızın peşine takılırız. Ölümün bir gerçek olduğunu unutarak. Düşünün ki şu an dünyada yaşayan 6,9 milyar insanın 100 sene veya biraz daha fazla olan yaşamları sona erecek. Yani 100 sene sonra bugün yeni doğan bebekler bile olmayacak. Ölüm gerçeğine bir de bu gözle bakmak gerek...
O zaman yaşamımıza barışı, kardeşliği, sevgiyi, dostluğu arkadaş etmiş oluruz. Ve böyle bir dünya ne güzel olur değil mi? Doğa ve diğer canlılarla olan dostluğu da buna katmak, onlarla bu kısa yaşamı barış içinde ve severek geçirmek ne güzel olur değil mi? Kısır iç ve dış kavgalarla yok edilen zamanlarımıza, hayatlarımıza acımamız gerektiğini düşünüyorum.
Bir insana, bir çiçeğe, bir yaprağa, bir çimene severek bakmanın insan sağlığında ne kadar önemli olduğunu her zaman anlatmaya çalışıyorum.
Bazen kısa ömürlere çok güzel yaşamlar sığdırılabilir. Zafer sessizliği, efendiliği, karakteri ile bunu başarmış olan genç bir insandı.
Bazen de çok uzun yaşamlarında duygusuz, sevgisiz sadece yaşamını devam ettiren insanları görebiliriz. Bunlar da üzülerek söyleyeyim ne kadar talihsizler. Duyguları körelmiş, içlerinden sevgileri alınmış bu insanları düşünebiliyor musunuz? Onun için çoğu kez sanatçıları kıskanırım. Çünkü; tanrı onların duygu boyutlarını diğer insanlara göre farklı yaratmıştır. Bir de gösterişsiz, törensiz, mütevazı Allah’a tam inanmış insanları...
Zafer’in cenazesinde beni duygulandıran çok olay yaşadım. Annesinin, babasının o sessiz ağlayışları. Annesinden inilti şeklinde yükselen “Beni büyük ateşlerde yaktın” sözleri. Yaşar Kemal’in, o koca çınarın gözyaşları ve çocukken “Benim aslan yeleli oğlum” diye sevdiği Zafer’i anması. Kardeşi Hakan’ın ölüm karşısındaki şaşkınlığı ve hüznü.
Yaşar Kemal de çocukluğunda benzer bir olay yaşamış. Babası öldüğünde omuzlarda taşınırken o mahalledeki tüm çocukların bilyelerini kazanmış. Ataköy 5. Kısım Camii’nin hocası Hüseyin Bey’in o huzur veren yüzü ve verdiği dini mesajları. Fakat en çok etkilendiğim kısa ömrüne sığdırdığı o güzel gençler. Arkadaşları Haluk, İlker, Burak, Çağlar, Kerim, İlyas, Deniz ve diğerleri...
Bu gençlerin yüzlerinde ve gözlerinde kederin, acının yansımaları. Ölümün onlarda ifade buluşu. Sanki bu son yolculukta özel eğitilmiş askerler gibiydi o genç bedenler ve yüzler.
Ülkenin geleceği ve gençleri ile ilgili kaybetmeye başladığım güveni tazelediniz, içimi umutlandırdınız. Bir arkadaşınızın son yolculuğundaki o gösterişsiz, gerçek tavırlarla binlerce yıllık Anadolu kültürünün tarihsel mirasçıları gibiydiniz. Kaybolmayacak kültürün, kaybolmayacak sevgilerin, kaybolmayacak dostlukların, kaybolmayacak arkadaşlıkların abideleri gibi sizleri hayranlıkla ve gururla seyrettim. Hiçbirinizin yöreleri de alınlarınızda yazmıyordu.
Merak etmeyin Allah da, oradaki insanlar da, Zafer de sizi orada izliyordu. Zafer dudağındaki son tebessümü ile...
Nurlar içinde yat.
Hoşçakal güzel dünyam
Hiç kimse buyur etmedi beni
Bu dünyada hiçbir yere
Ama açtım bütün kapıları
tekmeleyerek
Bütün engelleri göğüsleyip yıkarak
Buyrun dediler o zaman incelikle
Buyur ettiler
Ve
Buyurdum
Elimden geldiğince görevimi yaptım
Gülümsedim hıçkırıklarımı boğarak
Sonunda kimsenin yorulmadığı
denli yoruldum
Artık kapılar açık kalsın
Bundan sonra gireceklere
Şimdi dinlenmeye gidiyorum
Hoşcakal güzel dünyam.
AZİZ NESİN