Dr.Eser Alptekin

Dr.Eser Alptekin

dreseralptekin@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

14 Mart 1919’da İstanbul‘da düşman işgaline başkaldıran tıbbiyelilerin onurlu hikâyesi...
Gencecik insanların her şeyi göze alarak sergiledikleri duruş, tıbbiyelilik ruhunun taçlandırılması, boyun eğmemezlik, mandayı kabul etmemeleri...
Daha sonraları iki genç tıbbiyelinin Mustafa Kemal’in karşısına çıkıp “Mustafa Kemal mandayı kabul etmez, biz hiç kabul edemeyiz” demesi...
Ve Mustafa Kemal’in bu tıbbiyelilere, “O halde hemen Kurtuluş Savaşı’na” deyip, onlara asker elbisesi giydirip cepheye göndermesi...
Büyük savaşın bitiminde Mustafa Kemal’in bu iki genci eğitim için Paris’e göndermesi ve Türkiye’ye döndüklerinde en önemli görevlere getirmesi...
Onun için bu ülkenin hekimleri, hem en zor eğitimi alıp hem de cumhuriyetin korunmasında ve ondan sonraki dönemlerde ülkeleri için en onurlu görevleri inançla üstlenmiş ve ülkedeki aydınlanmanın ışığı olmuştur.
En zor şartlara dayanıp bir insanın canını nasıl kurtarabilirim duygusunu her zaman yüreklerinde hissetmiştir.
Gün gelmiş saatlerce, günlerce uyumamış, gün gelmiş hastaları için gözyaşı dökmüştür. Çünkü her hekim öncelikle insandır. Ve insanlarla uğraşmaktadır.
Devletinin ona sunduğu en kötü şartlarda dahi “Daha iyi nasıl yapabilirim?”, “Daha iyi neler yapabilirdim?” sorusunu kendi vicdanlarında sorgulamıştır.
Gün gelmiş nöbet sabahında bir koltuğun üstünde uyuyakalmış, uyandığında bir simit ve çayla yaptığı kahvaltıda mutluluğu bulmuştur.
Şartların kötülüğüne, yorgunluklarına rağmen yine de hastalarına gülebilmeyi, şefkatle davranmayı tüm benliklerinde hissetmiştir.
Hiç unutmam, yıllar önce Alptekin Kliniği’nde çalışırken 10 yaşlarında ilaç zehirlenmesine bağlı şoka giren bir erkek çocuğu getirmişlerdi.
Çocuk hastalıkları uzmanı Dr. Oya, eşim Dr. Yıldız ve ben, bir taraftan çocuğa acil yapılması gereken tüm destekleri veriyoruz. Birimiz masaj yapıyor, birimiz iğne yapıyor, oksijen veriyor veya serum takıyorduk. Ve çocukta ne zaman yaşam belirtisi başlayacak diye soluk almadan gerekli müdahaleleri yapıyorduk.
Ben de o sırada idrar yapıp yapmadığını kontrol ediyordum. Çünkü idrar yapması onun yaşama dönmesinin ilk belirtilerinden biriydi.
Kısa bir süre sonra çocuk, benim suratıma idrarını yapmaya başladı. O anda bir taraftan yüzümü sildik bir taraftan da o andaki sevinci paylaştk. Çocuk yaşama dönmüştü ya varsın yüzümüze işesindi...
İşte biz hekimler böyle kutsal bir mesleğin üyeleriydik ve onurluyduk.
Meslektaşlarımız nice böyle olay yaşamıştır. Şunun da bilinmesini isterim, bunun karşılığı para değildir.
Çünkü bu tür sevinçleri parayla yaşayamazsınız.



Bu toplum değer bilir, makamlar veya koltuklar çok önemli değil
Gün geldi bu meslek grubu üyelerine ülkelerine, insanlarına bağlılıklarına rağmen “Bunlar bayrağın ucunu bile para karşılığı tutarlar” denildi; talihsiz bir ifadeyle...
Yine de bu insanlar yılmadı, gocunmadı. Tüm zamanlarını bazen de canlarını insanlık için harcadı. Günümüzde ise sermayenin, ekonominin şartları bu insanları kuşattı; onların bilimlerini de insanlıklarını da ellerinden almaya kalktı. Fakat bu insanları yenmek, yok etmek mümkün değil. Çünkü bu insanlar acıların, zorlukların içinden gelmişlerdir ve bunlarla yoğrulmuştur.
Dirençleri vardır, genleri sağlamdır. Ben doktor olup da bu meslekten büyük zengin olan insan tanımıyorum. Fakat nedense toplum içinde hep zengin olarak algılanmışlardır. Bu da olsa olsa bu insanların gönül zenginliğidir.
Günün ekonomik koşullarında bütün zorlukları ve sıkıntıları yaşayıp da sabah hastanın başına gülerek gidebilen, onun başını okşayan, ona insanın taşıdığı en büyük zenginliği sevgiyi verebilen bu insanları toplumun anlayabileceğini, onlara hak ettikleri değerleri ve yeri verebileceğini umut ediyorum.



‘Halkım beni hatırlar’
Yaşanmış bir hikâyeyle bitirmek istiyorum:
Ruslarla savaştığı dönemde Şeyh Şamil’in bir arkadaşı var. Bay Sungur özgürlük savaşında bir kolunu, bir gözünü ve bir bacağını kaybetmiş. Bay Sungur kendini ancak ata bağlatıp savaşa gidebiliyor. Şeyh Şamil bir hata yapmış, cephenin hemen gerisinde aileleri var. Savaş kaybedilecek, arkadaki ailelerin de korunması gerek. Mecburen Şeyh Şamil ve ordusu teslim olacak. Şeyh Şamil beyaz bayrakla Rus ordusunun olduğu yere doğru gider.
Arkasından Bay Sungur bağırır: “Şamil geri dön, Şamil geri dön”. Fakat Şeyh Şamil geri dönmez. Sonrasında Şeyh Şamil’e sorarlar; niçin geri dönmedin diye. Şamil cevap verir: “Geri dönseydim Bay Sungur beni vururdu.”
O savaşta da Ruslar Bay Sungur’u ele geçiremez ve efsanevi bir kahraman olur. Artık hiç kimse onun yakalanabileceğine inanmaz. Sonunda Bay Sungur yakalanır. Şehrin caddesinde bir at arabasına bağlı olarak halka teşhir etmek için dolaştırılır. O sırada seyredenlerden biri, bir Rus generali, Bay Sungur’un da köylüsü, “Bak; savaşmasaydın, boyun eğseydin, başkaldırmasaydın sen de benim gibi Rus generali olurdun ve bu rezil duruma düşmezdin” der.
Bay Sungur arabanın içinde boynunu zorlukla çevirip arkadaşının suratına tükürerek şu cevabı verir: “Sen o elbisenin içinde yok olup gideceksin, fakat benim onlar için savaştığım halkım yüzlerce yıl sonra da beni anacak ve hatırlayacak... Ben yaşayacağım.”
Değerli hekimler, kardeşlerim;
Sizler de makamlara değer vermeden halkınız, insanınız için çalışıyorsunuz. Çoğunuzun destansı yaşamları var. Ve bu halk sizi unutmayacak. Bayramınız kutlu olsun...