Bu yangını, bu acıyı 6 Ekim 2009’da yaşadım. Küçük kardeşim Diş Hekimi İlhan Faruk Alptekin’i kaybettim. Tarifsiz acının ve tarifsiz kederin ne olduğunu yaşam bir kere daha öğretti bana...
Çocukluktan elinde büyüttüğün, o dünya güzeli insan bir anda elinden kayıveriyor.
Konuşmaya geç başladı. Kendine göre sözcükler icat etti. Onun dilinde benim adım ‘Eşittin’di, Eser değildi. Küçük kardeşim Erhan’ın adı ‘Erbil’di. Bir şeyin çok olduğunu anlatmak için ‘cavacı’ derdi. Üç yaşına kadar bu dilini hepimize öğretti. İlk konuşmaya başladığı günü hiç unutamıyorum. Bayburt’tayız. Soğuk bir kış günü sobanın üstünde çok parlak bir demlik var. Ben arkadan izliyorum. O demliğe bakıp kendi yansımasını seyrediyordu. Ve demliğe soruyordu: “Senin dilin var mı?”, “Senin kulağın var mı?”, “Senin gözün var mı?”. Demlikteki kendi yansımasında hepsini görüyordu. O ne gösterirse demlik onu gösteriyordu. Ve buna sinirlendiğini hissettim. Son olarak dayanamadı, demliğe sordu: “Senin anan var mı?”, “Senin baban var mı?”, “Senin kardeşlerin var mı?” Bu ilk konuştuğu gündü. Bütün aile sevince boğulmuştuk.
Sarışın olduğu için lakabı ‘Sarı Papat’tı Ailemizdeki en sarışın oydu. Onun için lakabı “Sarı Papat” idi. Herhalde papatyadan alınma yeşil- mavi çok güzel gözleri vardı. Hiçbir zaman gözümün önünden gitmeyecek ve gitmesin de...
1952 yılında dünyaya gelmişti. Ben yedi yaşındaydım ve o zaman dört kardeş olmuştuk. Oyuncakları
olmayan yaşamımızda o bizim oyuncağımız olmuştu, bebeğimiz olmuştu. Artık dört erkek kardeştik. Rahmetli babam bayramda bize elbiseler diktirdiğinde elbiselerimizi ve ayakkabılarımızı yatağımızın başucunda bulundururduk. Yeni konuşmaya başlayan küçük kardeşimiz İlhan da aynı elbiselerden ısrarla istediğini dilinin döndüğü kadar anlatmıştı. Sonunda babama bayram öncesi aynı elbiseden diktirtti. Muradı olmuştu.
Yıllar birbirini kovalıyordu. Sonra aramıza iki kız kardeş; Perran ve Nilgün de katıldı. Soğuk kış gecelerinde sobanın başında babam bize kitaplar okurdu. Rahmetli annem ise o altı çocuğa bakmanın dışında fırsat buldukça şiirler ve anılar yazardı. Bunları sonunda kitap haline getirdik.
Her şeyimizi paylaşırdık. Yediğimizi, içtiğimizi, sevincimizi ve kederimizi. Sofra kurulduğu zaman o sofrada hepimizin yeri belliydi. Yaş sırasına göre oturacağımız yerleri babam belirlemişti. İnsan fedakârlığı da, sevgiyi de, paylaşmayı da, özveriyi de o sofralarda o birlikte oluşlarda öğreniyor.
Ailemin Bayburt’tan sonra Trabzon macerası başlıyor. Hepimizin eğitimi için babam kendisini Trabzon’a tayin ettiriyor. O zamanlar İlhan ilkokul çağlarında biz liseye gidiyoruz. Daha sonra İstanbul, sene 1960. Ev kiralanacak, çok çocuklu ailelere ev vermiyorlar. Onun için çocukların taksit taksit eve getirilişleri. Yine birlikte bir yumak olmuş aile her türlü sorunu birlikte karşılayan, her güçlüğe birlikte karşı duran, her sevinçte ve kederde ortak insanlar...
‘Babalık hakkımı helal etmem’İstanbul’da devam eden eğitimimiz. Hepimiz okuyoruz. Rahmetli annem ve babam amaçlarına ulaşmışlar. Kimimiz doktor, kimimiz eczacı, bir diğerimiz ekonomist, en küçüğümüz kimya mühendisi. Bu arada İlhan da diş hekimliğini bitirmiş. İlhan’ın askerlik günü geldiğinde, askeri eğitim süresi bittiğinde çektiği kura Irak sınırında bir sınır karakolunda, diş hekimi asteğmen olmuştu. Ben babama “İlhan orada çok zorlanır. Baba müsaade edersen onu İstanbul’a daha yakınlara aldıralım” diyorum. Babam; “Sakın o konuda herhangi bir girişimde bulunma. Çünkü askerlik peygamber ocağıdır. Oraya hile karışmaz” deyip beni durduruyor. “Şayet bunu yaparsan sana babalık hakkımı haram ederim” diyerek tüm yolları kapatıyor.
Dolayısıyla İlhan Asteğmen çok zorlu bir askerlik dönemi yaşıyor. Irak sınırında Hamamboğazı Sınır Karakolu, sonra askerliğin bitişi. Evliliği, Kaya ve Tuna bize bıraktığı emanetler. Kaya bilgisayar mühendisi oldu. Tuna hukuk eğitimi alıyor.
Tek tesellimiz onun büyük hatıralarıŞimdi İlhan’ı, Kaya ve Tuna Alptekin’de yaşıyoruz. Kaya’nın gözlerinde onu görüyoruz, Tuna’da ise sevimliliğini...
Hepimizin sonunda gideceği yere daha önce gittin. Nurlar içinde yat. Allah rahmet eylesin. Kendinden küçük bir kardeş için bunları söylemek o kadar zor ki...
Bu arada acımızı paylaşan yüzlerce, binlerce dosta, gözyaşlarımızda bizlere ailemize eşlik edenlere minnet borçluyum. Sayın Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’e, Abdülkadir Aksu’ya, Necati Çetinkaya, Ağabeyimiz Ülkü Güney’e, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Uğur Yiğit’e, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay’a, İstanbul Valisi Muammer Güler’e, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a, bizi hiçbir zaman yalnız bırakmayan aile büyüğümüz Aydın Doğan’a, Ertuğrul Özkök’e, Uğur Dündar’a, Zafer Mutlu’ya, Aydın Ayaydın’a, Nebil Özgentürk’e, Yaşar Kemal’e, içten yazısıyla İlhan’ın ağabeyi olan Zülfü Livaneli’ye, Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel’e, Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan’a, Prof Dr. Mesut Parlak’a, Prof. Dr. Demir Budak’a, Sönmez Köksal’a, Filiz Akın’a, Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen’e, Bayburt Eğitim Vakfı’na, Bayburt Kültür Yardım Derneği’ne... Daha sayfalara sığmayacak güzel dostlara...
En güzel dualarıyla İlhan’ı yolcu eden Ataköy 5. Kısım Camii’nin hocası Hüseyin Hoca, hepsi yüreğimizin parçaları olan arkadaşlarımız, dostlarımız ve hemşehrilerimiz, arayan soran, acımızı paylaşarak azaltan binlerce insan; hepiniz sağ olun, var olun...
Sevgilerinizle, dostluklarınızla yaşayın.
İşte bir yürek böyle yanar...
Seni unutmayacağız İlhan...