Dr.Eser Alptekin

Dr.Eser Alptekin

dreseralptekin@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bağışlayın beni; sizlere hangi restoranlar daha iyi, hangi oteller konaklamak için daha uygun, hangi Azeri veya Türk iş adamları daha görkemli sofralar ve eğlenceler düzenliyor gibi konularda yazılar yazamadığım için...
Çünkü yaşadığım topluma nedense o pencereden bakamıyorum. Belki beni kınayabilirsiniz. “Sen de otur sağlık yaz” diyebilirsiniz. Fakat olmuyor, olmuyor, olmuyor...

Benim de rolüm var mı?
Eğer bir toplumda ahlaki değerler açısından, din değerleri açısından, sosyal ve kültürel değerler açısından bir çöküş başlamışsa ve bu, ekonomik sorunlardan dolayı giderek artıyorsa, toplumda ahlaki erozyonun hızla ilerlediğini görüyorsanız, toplumun ruh sağlığı da giderek bozuluyorsa kendinizi bu sorunların dışında göremez, bu sorunların dışında tutamazsınız, eğer insan sevginiz varsa , memleket sevdalısıysanız...
Bu tablo karşısında bütün kurumlar, yardım kurumları dahil kendilerini gözden geçirmeli ve bunun tedbirini acilen almalılar.
Topluma yön veren siyasi partilerin liderleri ve devleti idare eden bürokratları, sanatçıları, gazetecileri, televizyoncuları, toplumda aklını nereden aldığını bilemediğim kanaat önderleri ve akil adamlar oturup düşünmeliler:
Bu toplumsal çürümede benim de rolüm var mı, ben bu sorunun neresindeyim, gelecek kuşaklara, torunlarımıza nasıl bir dünya, nasıl bir ülke bırakıyoruz?
Bu kaygıları duymuyorsanız; rahmetli babamın bir sözü vardı, duyarlığı olmayan insanlar için kullanırdı; “boru” derdi. Bir taraftan gıdayı koy, diğer taraftan çıksın. O zaman borudan ne farkımız kalır.

Bir toplumun geleceği böyle inşaa edilemez
İstanbul’daki son sel felaketinin bize toplumsal dersler vermiş olması gerek, eğer alabildiysek. Bir tarafta canıyla boğuşan veya kaybettiği canlarından, evlatlarından, analarından, babalarından dolayı ağlayan insanlar. Diğer tarafta selin taşıdığı malları yağmalayanlar. Başı açık olanı, başörtülüsü, türbanlısı, çarşaflısı, çarşafsızı, sakallısı, sakalsızı, çoluğu, çocuğu bu mübarek ramazan gününde utanmadan yağmalamanın içinde. Ve o kalabalıklar arasında tek başına bir adam çıkmış bağırıyor: “Ayıptır, günahtır, yapmayın, etmeyin.”
O insan tek. Sesi de fazla çıkmıyor. Diğerleri de kaygısız bu acı fotoğrafı seyrediyor.
Yarınlar ve bir toplumun geleceği böyle inşa edilemez. Gelen sel de herhalde bu dersi veriyor bizlere...
İnşaatın bozuk olduğunu keşke bir insan değil de bir çok insan hep bir ağızdan bağırabilseydi ve bu yanlışları engelleyebilselerdi.
“Durun! Biz bu değiliz.”
“Durun! Bizim değerlerimiz vardı.”
“Durun! Bizim onurlu bir tarihimiz vardı.”
“Durun ne olur! Biz fakir de olsa insandık.”
“İnsandık...”
Komşuluklarımız vardı, fedakârlıklarımız vardı, acımız vardı, kederde ve sevinçte ortaklıklarımız vardı. O iş yeri, orada ölen insanlar bizim komşularımızdı. Başka bir Anadolu şehrinden yağmalamaya katılmak için minibüsle gelenleri saymıyorum. Onlar için söylenecek söz dahi bulamıyorum.
Bu sel suratımıza çamur gibi, bir kara leke gibi yapıştı. İnşa ettiğimiz toplumun çirkin fotoğrafını gördük.

İstanbul mu değişti, insanlarımız mı?
1960 yıllarında o dere yine oradan akardı. Yanında Çobançeşme Orman Fidanlığı vardı. Rahmetli babam orman mühendisi olduğu için biz de öğrenciyken orada bir lojmanda otururduk. Çok güzel çocukluk ve gençlik anılarımız vardı. Yine yağmurlar yağardı, yine dereler taşardı. Yeşilçam filmlerinin bir kısmı buralarda çekilirdi. Muhteşem ağaçlar vardı. Dereler temiz akardı. Temiz duygular, temiz düşünceler vardı ülkemizde ve kendimizle ilgili. İdeallerimiz vardı, hayallerimiz vardı...
Küçük bir Mimar Sinan yapısı diye söyledikleri bir köprü vardı. Yediğimiz gıdalar, içtiğimiz su temizdi. Kimyasal atıklar, kötü yapılaşma yoktu. İnsanlar birbirine saygılıydı. Fedakârlıklar vardı. Vefa vardı. Paylaşma duygusu vardı. Bizi okula, liseye götüren Basınköy otobüsü vardı, Yaşar Kemallerle , Necmi Tanyolaçlarla paylaştığımız.
Günübirlik para kazanma, yalan, talan, yağma kelime olarak bildiğimiz kavramlardı.
Şehirleşme, kötü yönetilme, eğitimsizlik bu doğaya yakışmayan insanların yetişmesine neden oldu.
Bütün İstanbul’da bir dolandırıcı Sülün Osman vardı. Çevremiz Sülün Osmanlarla doldu. Sülün Osman efsanesi de bitti. Çünkü Sülün Osman acımasız değildi, bir sempatik tarafı vardı. Yok edici değildi.
Evet. “O temiz derenin intikamı da acı oldu” deniyor. Çünkü o temiz dere bakir bir kız gibiydi. Biz onu kirlettik. Onun intikamı da bu oldu.

Bir toplumun çivisi  nasıl yerinden çıkar


Yanlış hepimizde
Acaba başka kirlettiğimiz sevgilerin, duyguların, ideallerin, hayallerin ve kirlenmiş bir doğanın intikamı nasıl olacak? Oturup bekleyelim mi? Yoksa tüm bu yanlışların nedenini sorgulayalım mı? Kimse de kimseyi sorgulamasın. Yanlış hepimizde. Dereleri ıslah etmeden insanlarımızı ıslah edelim ki o dereler temiz aksın. Biz derelere, dereler bizlere düşman olmasın. Yine sizi yorduğumu düşünüyorum. Bağışlayın...
Halbuki ne güzel restoranları ve yemekleri anlatabilirdik. Ya da hangi otellerde daha iyi konaklayacağınızı, belki de fasulyenin faydalarını...
İleride onları da yazabilirim. İçinden kirli dereler akmazsa. Çivisi çıkmamış toplumlarda buluşmak umuduyla...
Anlattığım da bu toplumun sağlık sorunu değil mi?