Dr.Eser Alptekin

Dr.Eser Alptekin

dreseralptekin@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İnsanoğlu var olduğundan beri ağrı ile arkadaş olmuş, onunla yaşamış ve de çareler aramış. Ağrı 1979 yılında Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı tarafından şöyle tanımlanmış: “Ağrı vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan organik bir nedene bağlı olan veya olmayan insanın geçmişteki deneyimlerini kapsayan hoş olmayan özel bir duygudur.”
Her insanın geçmişten günümüze ağrı ile baş etmesinin yöntemleri farklıdır.
Yukardaki tanımlama ağrının bütün özelliklerini içeriyor. Ağrı vücudun belli bir bölgesinden kaynaklanan tahribat ve zararın, vücudun dili olarak ilk ve erken ifadesidir.
Bu bağlamda ağrı bir uyarı sistemidir, bir sigortadır, hastayı hekime gönderen en önemli nedendir.

Vücudumuz bizden akıllı
Kişiye özel olan ağrının algılama biçiminde de farklılıklar vardır. Bu da o insanların genetiğine, yetişme tarzına, cinsiyetine, fiziksel yapısına göre değişir.
Bu şekilde bakarsak, insan vücudunun kendini koruma ve tamirat özellikleri gibi değişmez doğrular içinde, kendi kendine zarar vermeme ve yenilenme konusunda da ağrının kullanılması gerektiğine inanıyorum.
Çünkü ağrı aynı zamanda tamiratın sesidir. Apandisitte ağrıyı kesmiyoruz, neden? Ağrıyı kestiğimiz zaman oradaki akut gelişen ve vücuda daha büyük zararlar verecek olan hastayı peritonite (batının iltihaplanması) götürecek olayı başında tespit etmiş oluyor ve insanı bu uyarı sonucu cerrahi metotlarla kurtarıyoruz.
Birçok hastalıkta da aynı şekilde bakmaya ve değerlendirmeye mecburuz.
Benim mesleki uğraşı alanım içinde olan bel fıtığında, boyun fıtığında, gonartrozlarda (diz romatizmaları), menisküslerde vs. ağrıyı tamamen ortadan kaldırmaya çalışmak da hastaya zarar verir.
İnsan vücudu bizden akıllı...
Daha nice yüzyıllar içinde bilim nelerini keşfedecek. Biz hekimlere ve hastalara düşen, bu muhteşem yapıyı iyi gözlemleyebilmek.

Ağrı eşiği değişiyor
İnsan en iyi doktoru ve en büyük laboratuvarı yanında taşır.
Vücut kendi içindeki yangında öncelikle neyi koruyacağını ve kurtaracağını çok iyi bilir. Bu süreçlerde de ağrıyı ortaya çıkarır. Bir de ağrı eşiği var; insanların ağrıyı algılama seviyesi.
Burada da yetişme tarzı, sosyal çevre, genetiği, psikolojik yapısı ve fizik yapısı etkendir. Her zaman ağrıya bir kâbus gibi bakmayalım. Ağrı vücudun zarar görmemesi için 1 gün içinde 24 saat sizin bekçiliğinizi yapar.
Kronik ve akut ağrı, hastalıkların teşhisinde biz hekimlerin en iyi yol göstericisidir.
Bir tohum bile toprağa düştüğünde kuşlardan, böceklerden yaşamını korumak için zehirli enzim salgılıyor da o zaman bu insan vücudu bu muhteşem yapı neler yapmaz...
Beni büyüleyen bu varlığın mucizelerine aklımın erdiği kadar sonraki yazılarımda değineceğim.
Onun için kendimizi ilaç endüstrisinin oyuncağı haline getirmeyelim ve bilinçli olalım.
Vücudun kendi içindeki doğru kararlarını kesintiye uğratmayalım ve engellemeyelim.
Tabii ki insanların da çok şiddetli ağrılar çekmesine razı olamayız dolayısıyla akut ve kronik hastalıklarda ağrının nedeninin iyi araştırılıp nedene yönelik tedavisi yapılmalıdır. Yoksa bir şeylerin üstünü örtmek, fark edilemeyecek hale getirmek sonucunda bedende oluşacak zararları da beraberinde getirecektir.
Cüzamlılar sinirsel ileti duyularını kaybettikleri için ellerini, ayaklarını, burunlarını, kulaklarını kaybederler. Çünkü yandığının da farkına varmaz, yaraladığının da... Diyabetliler de  (şeker hastaları) şekerin tüm vücutta olduğu gibi sinir sistemine verdiği zarar sonucu Diyabetik Polinöropati oluştuğu için birçok ağrıyı algılamayabilirler. Örneğin şeker hastaları oluşan kalp krizlerinde göğüsteki ağrıyı duymayabilirler.
Demek ki ağrı duyusu kabus değil, öcü değildir. Bir de tüm ağrıları artıran, tetikleyen en büyük etkenin stres olduğunu unutmayalım.
Yaşamla, kendimizle, toplumla, insanlıkla ve doğayla barış içinde olalım.
Barış ve uzlaşma, sağlığın parçası olduğu gibi ağrının da kimyasallardan daha etkili ilacıdır. Genel sağlık insanın beyniyle bedeninin uzlaşmasından geçer. Bu uzlaşma sonucunda iç barış sağlanır. İç barışını sağlamış insanlar da sosyal barış getirirler ve daha yaşanabilir bir dünya oluştururlar. Dünyamızın kanser hücreleri olmazlar.
Rahmetli Tufan Dedemin çok güzel bir sözü vardı. Bize derdi ki: “Öyle şeye sevinin ki kimse ulaşamamış olsun, öyle şeye de üzülün ki kimsenin başına gelmemiş olsun...”
Dünyaya ve yaşama böyle bakarsak ağrısız yaşama bakış penceresini de aralamış oluruz. 

Kanser dost gibi giriyor
Keşke kanser de ağrıyla başlasaydı...
Kanser ağrıyla başlamış olsaydı o zaman hemen tespit edilir, belki de tedavisinde  büyük aşamalar kaydedilirdi. Halbuki vücuda bir dost gibi giriyor, vücudun ona karşı bir reaksiyonu yok. Hatta bedenimiz kanser hücresine ana rahmindeki çocuktan daha iyi bakıyor, onu besliyor ve büyütüyor. Ne zaman ki yakınındaki organlara, ayrıca genel sisteme zarar veriyor o zaman fark edebiliyoruz. Tedavi için önemli olan bu süreci kaybediyoruz. Kanseri;  bu büyük yapının, bu büyük biyolojik bilgisayarın bir algılama hatası olarak tanımlıyorum ve kabul ediyorum. Temennim bu algılama hatasının tıbbın bu hızlı gelişimi içinde kısa sürede tespit edilmesi...

Temel doktora gider
Temel doktora gidiyor. “Doktor Bey elimu nereye koysam orası ağrıyi, başıma koyayrum başım ağriyi, karnima koyayrum karnim ağriyi, kalbime koyayrum kalbim ağriyi. Ha bu derduma bir çare.” Doktor Temel’i muayene ediyor ve “Temel senin elinde kırık var” diyor.

Haftanın sözü: 
En dayanılacak ağrı başkalarının çektiği ağrıdır. (Prof Dr. Mesut PARLAK)