Financial Times’da bu hafta Kate Spicer imzalı, ‘Bir seyahat ‘promad’ı mısınız?’ başlıklı bir yazı dikkatimi çekti.
Aslında yazıya ilgi duymamın nedeni, daha önce benim de katıldığım Harvest Kaplankaya etkinliğinden bahsetmesiydi.
Yazının ana konusu, Spicer’ın ifadesiyle, meraklı, zengin ve çoğu zaman yalnız olan ‘ilerici göçebe’ aydınlanma arıyor (otel SPA’sına ek olarak).
Yazar, Harvest Kaplankaya’yı Burning Man ile Dünya Ekonomik Forumu’nun bir karışımı olarak özetliyor.
200’den fazla konuk için şifa seansları, müzik, dans ve mum ışığında canlı akşam yemekleri ile konuşmaları ve tartışmaları bir araya getirdiğini anlatıyor.
2018’deki lansmanından bu yana konuk konuşmacılar arasında travma uzmanı Gabor Maté’den vegan bir aktivist olan Camilla Fayed’e birçok ismin yer aldığını da belirtiyor.
Tabii Six Senses Kaplankaya’da konaklama dahil biletlerin 3 bin 918 Euro’dan başladığını da ekleyerek.
Ve işte buradan proaktif göçebe kavramına geliyor.
Harvest’in yaratıcıları Burak Öymen ve Roman Carel’e göre festivalin misyonu, ortak deneyim, büyük fikirler, bilinçli yaşam ve kişisel gelişimin merkezde olduğu yeni bir seyahat kitlesini cezbetmek.
Onlara, entelektüel gelişimin ve topluluğun Michelin yıldızlı bir şef ve ödüllü bir SPA kadar deneyimin bir parçası olması gereken yeni bir gezgin katmanı olan ilerici veya proaktif göçebeler (veya promads) deyin.
Malum, uzun bir süre deneyim ekonomisine önem verdik, şimdi ise deneyimden çok dönüşüm öne çıkıyor. Çünkü hepimiz hayatlarımızda olumlu değişiklikler yapma peşindeyiz ve aslında hepimiz beğendiğimiz bir komüniteye dahil olmak istiyoruz.
Ruhu besleyen kaçışlar
İşte bu arada en can alıcı gözlemlerden biri Meksika, Kosta Rika, Butan, Namibya, Fas, İbiza ve Suudi Arabistan’da yerleri olan, ruhu besleyen kaçışlar yaratmayı amaçlayan Habitas’tan geliyor.
Habitascılar durumu şöyle özetliyor:
Bu tür deneyimlerin artmasındaki ana faktörlerden biri, yalnızlık duygusundaki artış. Zengin toplumdaki yalnızlık yüksek. Hizmet verdiğimiz nüfusa baktığımızda, yüzde 27’sinin yanlarında savunmasız olabilecekleri yakın arkadaşları yok ve yüzde 22’sinin ise hiç arkadaşı yok. Yalnızlık, neslimizin en tutarlı ve uzun süredir devam eden salgını. Tek tedavisi topluluk ve duygusal bağ yaratmak.”
İşte Financial Times’da Harvest Kaplankaya’dan söz ediliyor diye sevinirken geldiğimiz nokta bu.
İmkanları olan belli bir kesim yalnızlaştıkça daha çok seyahat ediyor, daha çok deneyimden çok dönüşüme neden olabilecek etkinlikleri tercih ediyor.
Ve aslında yine dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta aynı, her şey belli bir topluluğun parçası olduğumuzu hissedebilmek için.