Reina’dan sonra Galatasaray Adası’nın yıkımını da üzülerek izledik. Kim bilir
Evet, Galatasaray Adası’nın eski halinden eser kalmamış, tıpkı İstanbul gibi ada da çirkin yapılaşma kurbanı olmuştu.
Ama bu durum, sanıldığı gibi son işletme Suada’yla da başlamamıştı aslında.
İstanbul sosyal hayatına bir dönem damga vuran, çok sevdiğim buz’du, ne yazık ki adadaki ilk değişimi başlatan.
O dönem çok yazdık, zevkine bu kadar güvendiğimiz mimarlar ve mekân sahipleri bunu nasıl yapabilir diye, ama baştan önlem alınacağına, düzeltmeye çalışılacağına, daha da kötüye gitti adadaki yapılaşma.
‘Eklentiler’in sayısı giderek arttı.
E, durum böyle olunca kaçınılmazdı tabii, gelen kalabalığın da değişmesi.
Reina, Suada meselesi değil
Ama tüm bunları bilmemize rağmen, hâlâ canımız yanıyor Reina ve Suada’nın dozerlerle yerle bir edilmiş hallerini gördükçe.
Reina’da yaşanan trajediyi ne yazık ki böyle silmek mümkün değil.
İşletme sahibi ve mülk sahibi arasında her zaman anlaşmazlık yaşanabilir.
Bu anlaşmazlık hukuki yollarla, bu aşamaya gelmeden çözülebilmeliydi, çözülmeliydi.
Söz konusu bir şehrin sosyal yapısının, eğlence kültürünün markalarından olunca, daha özenli hareket etmek gerekiyor.
Gerçi, biz daha şehrin ikonlarını bile korumakta zorlanıyoruz. Bkz. AKM.
Şimdi de mesele Reina ya da Suada değil.
Turistlerin liste başı olmayı başarmış, klasikleşmiş mekânları yerle bir etmek yerine, nasıl daha iyi sahip çıkarız, nasıl değerini daha çok yükseltebiliriz demek gerekiyor.
Özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan “İstanbul, Türkiye’nin vitrinidir” derken...
Ve tabii günümüzde ‘sürdürülebilirlik’ bu kadar önemliyken...
Ne zaman vazgeçeceğiz İstanbul’la yapboz oynamaktan?
Artık çok mu geç kaldık, yoksa zararın neresinden dönsek kâr mı?
Ne dersiniz?
Tebrikler Fatih Akın!
“Hep el üstünde tutuluyordum, çok şımartılmıştım! Ama bu, bu işin bir parçası... Boks gibi bir şey, yeniyorsun yeniliyorsun, yumruk atıyorsun yumruk yiyorsun. Rocky’de vardı ya hani, “Önemli olan yediğin yumruğun sertliği değil, tekrar ayağa kalkma çaban” türü yaklaşımlar. Biraz böyle bir durum yaşadım.”
Kendisi böyle özetledi, Ermeni meselesini anlatan filmi ‘Cut’ ile aldığı kötü eleştirileri.
Tam 10 yıl önce ‘Yaşamın Kıyısında’yla Cannes’da yarışmış ve En iyi Senaryo ödülünü almıştı.
Şimdi ise ‘In the Fade Of’ (‘Solgun’) adlı yeni filmiyle Cannes Film Festivali’nde ana yarışmada yer aldı, Michael Haneke, François Ozon gibi usta yönetmenlerin filmleriyle yarıştı.
En iyi yönetmen ödülünü Sofia Coppola, en iyi film ödülünü ise ‘The Square’ ile Ruben Östlund aldı.
‘Solgun’, Fatih Akın’a olmasa da başrolü verdiği Diane Kruger’a En iyi Kadın Oyuncu ödülünü getirdi.
Diane Kruger, ödülü kabul ederken başta Fatih Akın’a teşekkür etti.
Böylece Altın Palmiye’de bir kez daha görmüş olduk, Fatih Akın yumruk yedikten sonra yeniden ayağa kalkmayı başardığını kanıtladı.