Ölüm-kalım kararını vermeye çalışan biri var karşınızda.
Her şeyden vazgeçmesine ramak kalmış biri.
Boğaz Köprüsü’nden atlamaya niyetlenecek kadar çaresiz, mutsuz...
Ama hâlâ kendine son bir şans vermeye çalışan, ilgi görmeyi ve vazgeçirilmeyi bekleyen ve isteyen biri...
Korkuluklardan sallanıyor, tek elle tutunuyor hayata.
Klişe gibi duran cümleler tek gerçek o sırada.
Böyle bir durumda “Saatlerce senin yüzünden trafikte bekliyoruz. Atlasana, ne oyalıyorsun insanları. Atlayacaksan atla”
diyebilmek...
Sanki ‘Evleneceksen gel’ der rahatlığında...
Tam da başkaları 45 dakika dil döküp hayatta kalması için ikna etmeye çabalarken, tam da vazgeçirmek üzereyken...
Sanırsınız, “Atlasana, ne oyalıyorsun insanları” diyenler trafik durmasa ya atomu parçalamaya yetişecek ya yüzyılın buluşunu gerçekleştirecek ya da insanlığın en büyük sorununa çare olacak...
Öyle bir telaş, acele, kendini herkesten daha çok önemseme...
Ve tabii sinirlere yenik düşme hali...
İlk defa olmuyor bu.
Boğaz Köprüsü’nde daha önce de benzer olaylar yaşandı, başka intihar vakalarında da benzer tepkiler gördük.
Ama artık toplumsal dayanışmada son nokta bu!
Yaşamak istemeyecek kadar çaresiz birini ölüme teşvik etmek...
Onu ve arkada kalacakları hiç düşünmeden...
Kim bilir kaç kişinin hayatını mahvedeceğini hesaplamadan, hesaplayamadan...
Malum, artık rakamlar artıkça tepkilerimiz de değişiyor, tek basamaklar çift basamaklarla aynı etkiyi yaratmıyor.
Peki ama bir sonraki aşama ne, arabadan inip arkadan itmek mi?
Ne farkı var zaten?
Evet, kimsenin kendi kişisel sorunları yüzünden başkalarının hayatını felç etmeye hakkı yok.
Ama trafikte geçirilen süreyi biraz kısaltmak için bu kadar kalpsiz olunabilir mi?
Ne zaman bu hale geldik, nasıl bu kadar duygusuz, tahammülsüz, sabırsız olduk?
Günün sonunda tek kelimeyle baş başa kalıyoruz: Vicdan.
İşte o yoksa hiçbir şeyin önemi kalmıyor zaten.