Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İçeri girer girmez aynada kendinizi görüyorsunuz, ‘Biz İnsan mıyız?’ başlıklı İstanbul

Tarkan gezdi, ya siz
Tasarım Bienali’nde.

Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’ndaki ana sergide.

William Forsythe’ın ‘Soyutlar Kenti’ adlı işinde ayna sizi deforme ediyor, siz de karşısında hareket ederek lunaparktaki aynalar karşısındaki çocuklar gibi eğleniyorsunuz.

“En iyi tasarım sizsiniz” hissiyle başlıyorsunuz gezmeye.

“İnsan da bir tasarım, hayat da bir tasarım, kendinizi de, hayatınızı da siz şekillendiriyorsunuz” diyor ‘Biz İnsan mıyız?’.

Haberin Devamı

Aslında bir soru soruyor gezmeye başlamadan önce, sonunda ise insanlığın yaptıkları karşısında dehşete düşüp “Biz insan mıyız!” diye kendinizi söylenirken buluyorsunuz.

Tasarım Bienali deyip geçmeyin, çok kapsamlı, çok derin ve çok düşündürücü işler görüyorsunuz, ufkunuz açılıyor.

Sonunda, bienalin 20 Kasım Pazar günü sona erdiğini duyunca üzülüyorsunuz, diğer sergileri henüz gezemediğiniz için.

Peki ama neden bu kadar kısa sürdü bu bienal?

Daha önce 6 hafta sürerken, bu yıl 4 hafta daha yoğun bir program hazırlanmış, maddi nedenlerden.

4 hafta aslında hiç de kısa bir süre değil, ama İstanbulluya çok kısa geliyor.

E, nedeni basit, Karaköy’den Beşiktaş’a bile 1 saatte dönebildiğiniz düşünülürse.

Tarkan gezdi, ya siz

Sandra’nın hakkı bizden çok!

Sandra, Buenos Aires’te parmaklıklar ardında yaşıyor ve her geçen gün daha da mutsuzlaşıyor.

Onun bu halini görenler haklarını korumak için bir mücadele başlatıyor.

Amaç, Sandra’ya özgürlüğünü geri vermek.

Büyük uğraşlar sonucu başarılı oluyorlar ve Sandra parmaklıklar arasında kurtarılıyor.

Bahsettiğim Sandra, Buenos Aires’te yaşayan bir orangutan.

Mutsuz olduğu hayvanat bahçesinden kurtarılıp bir milli parkta yaşaması için halk, bakıcıları, avukatlar bir araya geliyor ve sonunda Sandra’nın hayatı yeniden tasarlanıyor.

Sandra’nın hikâyesi beni en çok etkileyen işlerden biri oluyor, yaşama hakkına duyulan saygıdan.

‘Homocellular’ çağı

En üst kat ‘Homocellular’ bölümüne ayrılmış.

‘Homocellular’, cep telefonlarıyla evrim geçiren, hayatlarını yeniden tasarlayan insanlar aslında.

Haberin Devamı

Burada eski tuğla görünümlü cep telefonları da var, son teknoloji selfie stickler de.

Son teknoloji selfie stick deyip de geçmeyin, artık selfie stick’lerin pervaneli olanları bile var.

Pervane sayesinde saçlarınız uçuşuyor, daha güzel poz veriyorsunuz.

Sergideki en dikkat çekici fotoğraflardan biri, ayağıyla bile selfie çekmeyi başaran bir kız çocuğu.

Biz hâlâ her selfie çekiminde kim daha iyi çeker diye düşünürken çocuklar artık gerçek birer ‘homocellular’ olmuş durumda.

Hatta artık bu yeni çağda Japonya’da sokakta yürürken sürekli gözleri telefonda olanlara özel birer şerit bile ayrılmış, diğer yürüyenlerle çarpışmamaları için.

“Biz insan mıyız!” dedirtiyor

En tüyler ürpertici iş, Suriyeli mültecilere ayırılan bölüm.

Daha Kos’a varır varmaz, gülümseyerek telefonlarına bakan ailenin fotoğrafı karşısında irkiliyorsunuz.

Başardık mutluluğu okunuyor yüzlerinden.

Telefon onlar için birer sığınak, hem geride bıraktıklarıyla hem dünyayla tek bağlantıları.

Haberin Devamı

Hatta yiyecek ve barınmadan da daha öncelikli ihtiyaç olarak telefon şarjını sayıyorlar.

Suriyeli mültecilerin hazırladığı dev bir harita var.

Nereden nereye, hangi araçla geçilebileceğini bir bir işaretlemişler.

Bir yanda bu detaylı harita var, diğer yanda ise ülkelerin mülteci botlarını tek tek nasıl izledikleri, izleyip de bir şey yapmadıkları...

Burada da yok sayma tasarımı anlatılıyor. İşte en çok bu oda, “Biz insan mıyız!” dedirtiyor.