Kabul etmek lazım, ikiyüzlüyüz.
Bir yanda Instagram’da gururla ayyıldız bayraklı fotoğraflar paylaşıyoruz, 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutluyor, milliyetçi duygularımızı rahatlıkla dile getiriyoruz, bir yanda da karşı koyamadığımız bir yabancı merakımız var.
Yapılan iş, ortaya çıkan sonuç kimsenin umrunda değil, herkes imzaya bakıyor ve işte o imza yabancıysa daha değerli kabul ediliyor.
“Yabancı olsun da ne olursa olsun” diye düşünenler var.
Yurtdışında esamesi okunmayan biri Türkiye’de star ilan edilebiliyor.
Bu durum, birçok alanda ne yazık ki geçerli.
Birçok firma, Türk tasarımcılar işlerini başarıyla yapsalar bile, projeye bir İtalyan ya da Fransız tasarımcı ismi eklediğinde, daha cazip bir imaj oluşturduğunu düşünüyor.
Bir de Türk tasarımcıların işlerini almak yerine, yabancıların işlerini tercih eden, daha kaliteli olduğunu düşünen müşteriler var.
Tasarıma falan bakılmıyor, yabancı imza hala çoğumuza daha havalı geliyor.
Restoranlarda da yemeğe bakılmıyor, yabancı şefler her zaman daha çok prim yapıyor.
Bir Mengenli usta mutfakta harikalar yaratırken fark edilmiyor bile, vasat bir İtalyan şef Türkiye’de yıldızlaşabiliyor.
Koskoca THY uçuşlarında bile şarap istediğinizde “Yerli mi, yabancı mı?” sorusu geliyor, “Kırmızı mı, beyaz mı?” der kadar doğal bir şekilde.
Üzüm önemli değil, yabancıysa daha iyidir mantığı burada da işliyor.
Hadi bunlara alıştık, ama söz konusu sanat olduğunda artık bir dur demek gerekiyor.
Esere, ustalığa bakan yok
Türk koleksiyonerler yıllarca sadece yerli sanatçıların eserlerini topladıktan sonra şimdi yurtdışına açılmalarıyla birlikte tamamen yabancı sanatçıların eserleriyle ilgileniyorlar.
Artık daha çok uluslararası sanat fuarına katıldıkları için yurtdışında alım yapmak daha cazip geliyor.
Türk sanatçılar da kendilerini aldatılmış hissediyor.
Yine esere, dönemine, türüne, ustalığa bakan yok.
Tek kriter, yerli-yabancı.
Bizim topraklardan çıkan sağlam geleneklerden hala utananlar var, Instagram’da anlı şanlı ayyıldız bayraklı fotoğraflar paylaşırken.
“Hümanist vatan milliyetçisi”
Şimdi yerli-yabancı kriteri bir kez daha gündemde.
Peki ama neden?
Devlet Tiyatroları, “Türkiye’nin perdeleri Türk tiyatrosuyla” açılıyor sloganıyla yeni sezona başlayacağını, programdan kimi yerli oyunların kaldırıldığını, yabancı oyunların ise sahnelenmeyeceğini bildirdi.
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik’in “Milli, manevi, duyguları pekiştirmek için hümanist vatan milliyetçisi sanatçılar olarak vatan bütünlüğüne, birliğine katkıda bulunmak amacıyla sadece yerli oyunlarla sahnelerimizi açıyoruz” açıklaması sosyal medyada tartışma yarattı.
4 Ekim’de 8 oyunla 65 sahnede açılış yapılacak.
Peki ama bu oyunlar arasında neler var?
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Huzur’u, Recep Bilginer’in ‘Yunus Emre’si, Oğuz Atay’ın ‘Oyunlarla Yaşayanlar’ı, Savaş Dinçel’in ‘Gürültülü Patırtılı Bir Hikaye’si, Nahit Sırrı Örik’in ‘Düşüş’ü, Oktay Arayıcı’nın ‘Rumuz Goncagül’ü...
Hala yerli-yabancı diye ayıracağımıza, artık eserleri konuşmanın vakti gelmedi mi?