Haftaya Leyla Alaton’un Ekavart Galeri’deki Alaca sergisiyle başladık.
Orhan Pamuk’un filminde nasıl oynadım?
Soho House’ta New York’un önemli sanat kurumu MoMA PS1’ın Sarah Arison ve Klaus Biesenbach ev sahipliğinde, MoMA ve Documenta’dan sonra İstanbul Bienali’ne de imzasını atan Carolyn Christov-Bakargiev için verdiği davete geçtik.
Orhan Pamuk, telefonuyla davetlileri görüntülüyordu.
Hayır, Soho House’taki fotoğraf çekme yasağı Orhan Pamuk’a uygulanmıyor sanmayın sakın.
Kulüp kısmında değil, otel kısmında özel bir davet olduğu için fotoğraf çekme yasağı yoktu. Venedik Bienali’nden tecrübeliyim, Orhan Pamuk Venedik’te İstanbul Bienali için verilen davette de sık sık telefonuyla davetlileri görüntülemişti. Bu sefer daha yakın kadraja girmiş olduk.
4. kattaki terastan asansöre bindik, Autoban’ın kurucularından Seyhan Özdemir ve Istanbul 74’ün kurucusu Demet Müftüoğlu Eşeli’yle birlikte.
Hemen arkamızdan Carolyn Christov-Bakargiev, Orhan Pamuk - Aslı Akyavaş da yetişti asansöre.
Biz onları rahatsız etmemek için müthiş bir gayret içindeyken, Orhan Pamuk telefonuyla bu sefer de asansörde filmimizi çekti. Artık Periscope’tan yayın mı yapıyordu, film projesine mi hazırlanıyordu, yoksa sadece Masumiyet Müzesi’ndeki gibi anı mı biriktiriyordu, bilemiyorum.
Sormaya cesaret edemedim.
Habersiz ve izinsiz görüntülenmekten sadece ünlüler değil, kimse hoşlanmaz.
Ama doğrusu kameranın arkasında çok sevdiğimiz Orhan Pamuk olunca, bize de gülücük dağıtmak düştü.
Benim kadrajımda ise gece boyunca iki kadın vardı.
Evet, saklayacak bir şey yok, kadınlar kadınları incelemeyi seviyor. Biri, Orhan Pamuk sayesinde hayatımıza giren Aslı Akyavaş, diğeri ise ABD’de Aldrich Güncel Sanat Müzesi’ndeki kişisel sergisinden ayağının tozuyla gelen Elif Uras.
Sadece güzellikleriyle değil, doğallıklarıyla, enerjileriyle ve stil sahibi olmalarıyla İstanbul’da görmeye alıştığımız kalabalıktan çok farklılar. Keşke onlar gibi sayabileceğimiz başka örnekler de olsa...
Zero’da heykeller mi, gofretler mi daha çekici?
Soho House çıkışında Sakıp Sabancı Müzesi’nde Zero sergisine yetiştik.
Müzenin ev sahibi Nazan Ölçer’den sergiyle ilgili tüyolar aldık.
Sergiyi gezenler hemfikirdi, eserlerin çok etkileyici olduğu konusunda.
Hatta Anish Kapoor’dan bile daha etkileyici diyorlardı.
Doğrusu ben Tarık Bayazıt ve Savaş Ertunç’un MüzedeChanga’da Zero sergisi için yaptığı harikalara, özellikle de altın rengi gofretlere imrenerek bakmaktan sergiyi hakkını vererek gezemedim.
Ama hep böyle olmuyor mu zaten? Açılış davetlerinde sosyalleşmekten sergilerin, eserlerin hakkı verilmiyor. İşte o yüzden gelecek hafta kendimi Zero sergisi ve MüzedeChanga’da altın rengi gofretlerle taçlandıracak bir yemekle ödüllendirmeye söz verdim.
Final Lucca’da
Gecenin finali ise en baştan belliydi, Lucca’da Contemporary Istanbul’un Bienal şerefine verdiği parti.
Sabancı Müzesi tam kadro kutlamalara bizimle birlikte Lucca’da devam etti.
Uzun zamandır ilk defa böyle bir soluk aldık. Maratonun ilk günü yorucu ama bir o kadar da moralli geçti.
Şimdi izninizle İstanbul Modern’e Bienal açılışına gidiyorum, cumartesi kaldığımız yerden devam edeceğiz.