Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yaz boyunca aynı şeyi konuştuk, tatil beldelerinin pahalılığından şikayet edip durduk. Hadi diyelim, tatil yerleri 1.5 aylık kısa bir sezona bütün yatırımını yapıyor ve 1.5 ayda bir yıllık kâr etmesi gerekiyor... Peki İstanbul’daki mekanların ne bahanesi var? Yıl boyu, haftanın 7 günü açık olsalar da, tıklım tıklım iş yapsalar da İstanbul’daki yeme-içme fiyatları uçmuş durumda. Sadece dünyanın sayılı birkaç yerinde fiyatlar bu kadar yüksek. Geçen hafta bir gece Lucca üstü Emirgan Pizza yaptıktan sonra, ertesi gün uzun uzun konuştuk; hem fiyatları, hem de son zamanlarda neden bu kadar çok eğlence mekanında zaman geçirdiğimizi...

“Her şey Gezi’yle başladı” dedim... Arkadaşlarım güldü, “Ne alakası var?” dediler. Son bir yıldır herkes daha çok gezmek, daha çok eğlenmek istiyor çünkü yüksek gerilimden geçtik, deşarj olmaya daha çok ihtiyacımız var. Peki ama bunu yaparken neden bu kadar çok para harcamak gerekiyor? Her şeye rağmen “Bu mekanlara sırf başkalarına hava atmak için mi gidiliyor?” diye sordular. Hiç düşünmeden “Hayır” dedim, herkesin asıl istediği kendini belli bir çevreye ait hissetmek. Bunu yaparken de, bilinçli olmasak bile, kendimize sosyal zenginlik kazandıracağını düşündüğümüz yerleri tercih ediyoruz. Bu, bazen iyi servis aldığımız için, bazen çok eğlendiğimiz için. Hem güzel zaman geçirip hem de kendimizle benzer beklentiler içinde olan yeni insanlarla tanışmak ve böylece sosyal ağlarımızı genişletmek de istiyoruz. Tam bunları yazdığım sırada Levent Erden tweetledi, “Artık insanlar sahip olmak değil, ait olmak istiyorlar” diye... Ne kadar doğru. Sahip olmak artık bir şey ifade etmiyor, mutluluk getirmiyor. Ama yalnız olmadığınızı bilmek, sizin gibi düşünen, benzer zevkler ve beklentiler içinde olan başkalarının da olduğunu bilmek önemli. İşte o yüzden insanı asıl zenginleştiren, belli bir çevreye ait olduğunu hissetmek.

Haberin Devamı

MAÇA KIZI’NDA BARMENE KÜFÜR

Yıllarca Maça Kızı’nın pahalılığı, en çok da 50 liralık lahmacunları konuşuldu. Her zaman aynı şeyi savundum; Maça Kızı’nda satın aldığınız şey lahmacun değil, iyi ambiyans ve iyi servis. Ta ki bu cumartesiye kadar...

Cumartesi akşamüstü Maça Kızı, happy hour’larına kaldığı yerden devam ediyordu; DJ Niso çalıyordu. Yabancı bar şefi, hiç durmadan yanında çalışan barmenlere bağırıyor, İngilizce küfürler savuruyordu. Artık Türkçe bilmediği için yerli barmenlere derdini anlatamadığından mı asabiyeti tavan yapmıştı, yoksa müşterilere yetişemediğinden mi bilemiyorum ama yanında çalışanlara müşterinin önünde küfredip, sonra da hiçbir şey olmamış gibi müşteriye dönüp “Buyrun hanımefendi, beyefendi” dedikçe daha da antipatik oldu. Sonunda dayanamadım, “Ayıp oluyor, bu kadar terbiyesizliğe gerek yok” dedim. “Ben size demiyorum ki, onlara diyorum” dedi. Siz, onlar.... Bir kez daha biz, siz, onlar.... Diyecek bir şey kalmadı. Çalışanların herkesin içinde küfürlerle aşağılandığı bir ortamda, müşteriye “Hanımefendi, beyefendi” desen kaç yazar? İstediğin kadar en iyi yemek, en iyi kokteyl, en iyi manzarayı vaat et... Ambiyans bunlarla olmuyor işte.