İlk defa böyle bir özgeçmiş görüyorum. Şimdiye kadar okuduklarımız meğer hiçbir şey değilmiş de, haberimiz yokmuş.
Eskiden en fazla bilinen dil sayısı hakkında atılır tutulurdu.
İki kelime İngilizce patlatan “Mükemmel derecede İngilizce bilmektedir” yazardı. Buna bile laf edilirdi, “İnsan kendi kendine mükemmel derecede bilgili diyebilir mi?” diye.
Gelin görün ki, artık özgeçmişler de çağa ayak uydurdu.
Bülent Ersoy’un dilimize kattığı ‘Fevkaladenin fevki’ ya da Yeşim Salkım’ın bir dönem dilimize kattığı ‘En en en’ gibi bir sıfat daha var artık gündemde: ‘Birinciler birincisi’.
Evet, yanlış okumadınız. ‘Birinci’ değil, ‘Birinciler birincisi’. ‘Birinciler birincisi’ nasıl olunuyor, işte onu daha çözemedik.
***
Devam ediyoruz, ‘Türkiye’nin aydınlık yüzü’. Kim, neye göre kendi kendini ‘Türkiye’nin aydınlık yüzü’ ilan edebiliyor?
Bu konuda da bir fikrimiz yok.
Hemen arkasından geliyor, ‘Dünyaya açılan ilk Türk opera bestecisi’.
Doğru mudur, değil midir bilemem ama yine kimse kendi kendine ‘dünyaya açılan ilk’ diyebilir mi?
Sonraki daha da iyi: ‘Olağanüstü’. Bir insan kendi kendine nasıl ‘olağanüstü’ der? İşte asıl bu, olağanüstü bir durum değil midir?
Bitmiyor, aynı hızla devam ediyor, ‘Kendi halkıyla opera sanatını bütünleştiren’.
Kendi halkıyla operayı belli ki aynı kefeye koymuyor. Zaten operayla bütünleşmiş bir halimiz de yok, bildiğim kadarıyla...
İşte şimdi Devlet Opera ve Balesi kendi tabiriyle ‘olağanüstü’ bir ‘birinciler birincisi’ne emanet.
Kendisi aynı zamanda ‘Türkiye’nin aydınlık yüzü’. Ne diyelim, bu değişim hepimize hayırlı uğurlu olsun.
CEM YILMAZ’IN İSYANI
Haklı, Twitter’dan isyan etmekte.
“Kendi hayatları; sorsan kutsal... Sana bana ‘manitasını buldu’, ‘hurisiyle tatilde’, ‘kaçamak yaptı’
yazar...” demekte.
Manita, huri, kaçamak... İtinayla
seçilmiş kötü kelimeler.
Bekar bir erkeğin tatil fotoğraflarında kadraja bir kadın girince, kadının kimliği hakkında hiçbir bilgi yokken, sevgilisi mi değil mi bu bile bilinmezken, yazılacak şeyler hiç değil.
Kaldı ki, bekar insanlar her karşı
cinsle görüntülendiğinde ‘yılın kaçamağı’ tadında başlıklar atılmasına zaten karşıyız.
Cem Yılmaz’ın burda unuttuğu tek bir şey var. ‘Ünlüsün o halde evine
kamerayı dayar çekerim’in bir açıklaması vardır mutlaka.
“Magazin basını artık evlerin etrafında gezip tele objektifle çekimlere başlamış...” derken önce evin yerini de bir düşünmesi gerekmiyor mu?
Bodrum’un birkaç yazdır en çok
konuşulan yerinden, Cennet Koyu’ndan bahsediyoruz.
Burada bırakın ev alırken, plaja giderken bile paparazzilerin cirit atacağını bilmeyen var mı?
Hatırlatalım... Amaç, gözlerden uzak olmaksa, Bodrum’da gidilecek en son yer Cennet Koyu.
GERİDE KALMAK KOLAY DEĞİL...
Eşinizi ya da babanızı beklenmedik bir zamanda, beklenmedik bir şekilde kaybetmişsiniz.
Bütün dünya sosyal medyada onun için sözde yas tutuyor, fotoğraflarını paylaşıyor, ‘like’larına ‘like’ ekliyor.
Bu arada sizi suçladıkça suçluyor...
Ağza alınmayacak küfürlerden, ceset fotoğraflarına saçmasapan birçok şey paylaşıyor sizi ‘mention’layarak.
Daha önce söylediği bir cümle, yüzünüze çarpıldıkça çarpılıyor.
Cümle de şu: “Eskiden hayatta en kötü şeyin yalnız kalmak olduğunu sanırdım, değilmiş. Hayatta en kötü şey seni yalnız hissettirenlerle kalmakmış.”
Sonunda biri Twitter’dan çıkmak zorunda kaldım diye açıklama yapıyor, diğeri zaten Parkinson başlangıcı vardı diye kendini savunmak zorunda kalıyor.
Büyük acılar yaşanırken; bir de içinde bulunduğunuz durumu asla anlamayacak kişilerin saldırılarıyla uğraşmak ne kadar zor olmalı.