Birkaç akşam önce Atatürk Havalimanı’ndayım, tam yanımda bagaj taşıyan görevliye geri geri gelen bir otomobil hızla çarpıyor, yasak olan alana park etmek için.
Porter yere düşüyor, ben “İyi misiniz?” derken, 4 adam iniyor arabadan, “Nasıl arabaya çarparsın, yepyeni arabaya nasıl hasar verirsin?” diye başlıyorlar porter’a küfürler yağdırmaya.
Porter daha yerden kalkamadan, neredeyse kendisine araba çarptığı için özür dileyecek duruma geliyor, şoku atlatması için su içirip aralarında durmaya çalışıyorum, tek başıma ne yapabileceksem...
Polis çağırayım diyorum, bir bakıyorum polis uzaktan izliyor, karışmamayı tercih ediyor.
Belli ki bu adamlarla onlar da muhatap olmak istemiyor.
Benim ise tek yapabildiğim porter’ı içeri girene kadar yalnız bırakmamak oluyor.
#kıyafetimekarışamazsın
Hadsizin teki İstanbul’un göbeğinde Maçka Parkı’nda bir kadına “Bu kıyafetle burada dolaşamazsın” diye had bildirmeye kalkıyor.
Genç kadın itiraz edince hadsiz daha da ileri gidiyor, utanmadan konuyu tecavüze kadar getiriyor.
Tam da Kadıköy’de şortlusundan türbanlısına bütün kadınların hemfikir olduğu bir konu için, “Kıyafetime karışma, kıyafetime karışamazsın” diye yürüdüğü saatlerde.
Bodrum’da başka bir hadsiz iki gece kulübüne birden ateş açıyor, eşiniz, dostunuz tatilde eğlenirken bir anda kurşun yağmuruna tutuluyor.
Sonuç, 21 yaşında gencecik bir komi hayatını kaybediyor, 3 kişi yaralanıyor.
Ülkenin en büyük futbol kulüplerinden birinin başkanı trafikte bir motor sürücüsüyle kavga ediyor, bipli görüntüler arasında en fenası direksiyonun motorun üstüne kırıldığı hissi veren anlar.
Yakın zamanda Çeşme’de yine futbol dünyasını derinden etkileyen iki mekân hesaplaşmasını hatırlatmaya gerek yok tabii.
Değişen ne?
Eskiden de böyle miydik?
Herkes her istediğini dilediği gibi yapıyor, ağzına geleni dilediği gibi söylüyor muydu?
Öyleydi de şimdiki gibi kamera kayıtları bu kadar yaygın mı değildi?
Şimdi bırakın sokak kameralarını, hepimizin elinde cep telefonları her anı görüntülüyoruz.
Kayıtlarla konuşuyoruz, ama yine de her geçen gün daha da beter oluyor.
Öfke, tahammülsüzlük, saygısızlık giderek artıyor.
Hâlâ insani özelliklerini koruyabilenler birbirlerine sık sık aynı şeyi söylüyor: “Dilerseniz şahitlik yapabilirim”.
Artık ne işe yarayacaksa?..
Bu da yetmiyor, çoğu zaman şikâyetçi bile olunmuyor, daha fazla belayla uğraşmamak için.
Sosyal ağlarda öfke, gerçek hayatı da geçiyor
Sadece gerçek hayatta değil, sosyal ağlarda da aynı durumdayız.
Önceki gün Ümit Boyner, Twitter’da Bodrum’da yaşanan korkunç faciaya isyan ediyor, isyan etmesiyle yazılı saldırıya uğraması bir oluyor.
Sanki Bodrum’da yaşananların sorumlusu kendisiymiş gibi.
Ümit Boyner cevap veriyor saldıranlara, belli ki bu konuda çok şey birikmiş içinde.
Doğrusu cevap vermesine bile şaşırıyorum.
O kadar anlamsız ki bu durumda asıl isyan edilmesi gerekenlere isyan etmeyip işverenlere yüklenmek...
Evet, hepimizin sinirleri bozuk.
Daha depremi, seli, fırtınayı atlatamadan bir de bu gerginliklerle uğraşmak zorunda kalıyoruz.
Bu facialar depremden, selden her türlü doğal afetten daha çok canımızı acıtıyor.
İster istemez mırıldanıyoruz: “Neler oluyor bize, yine neler oluyor?”