Monocle dergisinin kurucusu Tyler Brule ile konuştuklarımıza pazar günü kaldığımız yerden devam ediyoruz.
“Son 10 yılda neler değişti, neler aynı kaldı?” diye soruyorum.
“İyi soru, editör yazımı bu konuda yazdım” diye başlıyor anlatmaya.
“Medyada türbülanslı bir 10 yıl olmasına rağmen, klasik değerler değişmedi, iyi gazetecilik, fiziksel ürün, sınırlara rağmen uluslararası dünya, en iyi insanları işe almak hala önemli olan. Sadece iyi insanlar değil, 12 saatlik Cakarta uçuşundan sonra hâlâ konuşmak isteyeceğin kadar ilginç insanlarla çalışmak.
Şanslıyız, büyük bir şirketin parçası değiliz, paramız varsa kimseye sormadan, bürokrasiye takılmadan istediğimizi yapabiliyoruz.
‘Okurları dinlemeyiz ama bu sefer dinledik’
10. yılda dergi değişiyor, herkesin anlamayacağı ama süper fanatiklerin hemen fark edeceği bir değişiklik yaptık. Daha ucuz kâğıt kullanmadık, daha uzun hikâyelere yer verdik. Okurlarımız bizimle birlikte 10 yıl daha büyüdü, gözleri artık daha az görüyor, en büyük şikâyet puntolardı. Çoğu zaman okurları dinlemeyiz ama bu sefer dinledik, puntoları büyüttük.”
Dergilerin markalaşmasına geliyor konu. “Hepsi öyle olmak zorunda değil. Biz ilk sayımızda çanta satıyorduk, konferanslar düzenliyorduk. Çok önceden planlıydı. Şimdi medya değişim geçiriyor, artık dijital olmayan ya da etkinlik düzenlemeyen yayın kalmadı ama asıl işinin yayıncılık olduğunu unutmamak gerek. Gazeteysen gazete ol, dijital marka olma. Her şeye birden odaklanamazsın” diyor.
Ardından da ekliyor: “Yayıncılık konusunda en çok Almanya pazarından umutluyum, Düsseldorf, Hamburg ve Berlin’den. Yayınları birer kulüp haline getirmeyi başarıyorlar. Siz Türkler şanslısınız, Almanya’da çok Türk olduğu için. Ben de Almancamı geliştirmek için haftaya kursa gidiyorum.”
Yeni Zelanda’ya ne olacak?
Teknoloji zenginlerinin Yeni Zelanda’ya taşınmasına geliyor konu, “Ne olacak Yeni Zelanda’nın hali?” diyorum gülerek.
“Umarım bir şey olmaz. Umarım yeterince düşünülmüştür, sınırlarını milyarderlere açması konusunda. Auckland’a çok yakın Waiheke adasını çok severim. Sizin Prens Adaları gibi, şehre çok yakın. Zenginlerin isteyeceği çirkin mimariyle bozulmasını hiç istemem” diyor.
Tyler çok zeki, karşısında Türkiye’den bir gazeteci olduğu için verdiği her örnekte Türkiye’yle ilgili bir detay kullanıyor, mağaza isimlerinden semtlere her detaya hâkim.
Monocle havalı bir aksesuar mı?
Bir ara dayanamıyorum, “Sence Monocle’ı alanların ne kadarı gerçekten okuyor, ne kadarı sadece elinde taşımaktan ya da sehpanın üstüne koymaktan hoşlanıyor?” diye soruyorum.
Gülerek yanıtlıyor, “Okuduklarını umuyorum, herkesin dergiyle ilişkisi farklı, ön kapaktan arka kapağa okuyan da var, sadece referans olarak gören de bazıları bir uçuşta tamamını okuyor, bazılara ara ara bölüm bölüm okuyor. Beymen’de çalışan bir satın almacı Tokyo’da nereye gitsem diye de yararlanıyor Monocle’dan. Ama eminim sadece aksesuar olarak kullananlar da var. Onlara söyleyecek tek bir sözüm var: Bir Monocle aksesuarı istiyorsan, dükkândan Monocle çantası al.”
Zaten Tyler Brule’nin de asıl başarısı bu, yayıncılıktan çok, bir arzu nesnesi yaratmak.