Geçen hafta sonu Kapadokya’daki müzik-gastronomi-çağdaş sanat festivali Cappadox ile Mardin Bienali arasında seçim yapmak gerekiyordu.
Venedik Bienali’nden hemen sonra Mardin Bienali’ni gezmeyi tercih ettim, Cappadox’ta aklım kalarak. Mardin beni şaşırttı,
bienalle eş zamanlı kitap fuarı ve Ankara Devlet Opera ve Balesi ile birlikte düzenlenen Opera ve Bale Günleri’yle.
Biz İstanbul’da kendi küçük dünyamızda kendimizi büyük şehirde yaşıyor görürken bile opera ve baleye hasret kalmış durumdayız. İstanbul’un en yeni performans sanatları merkezi bile ‘gay’ korosunu ahlaka aykırı bulmuş programdan çıkarırken Mardin’de böyle zengin bir program olması sevindirici.
Daha yolun başında
Her şeyden önce Mardin’de bienal yapılması tabii ki çok olumlu, sergileri gezen ilkokul öğrencilerini görünce bunun değerini daha da iyi anlıyorsunuz.
Ama adında bienal olunca beklenti de ister istemez yükseliyor ve o beklentiyi karşılamak zorlaşıyor.
İstanbul, Venedik, Sao Paulo gibi hem dokusu olan hem de söylemi olan şehirlerle aynı kulvarda yarışabilmek elbette kolay değil.
Mardin Bienali daha yolun çok başında, zamanla çok daha iyi olacaktır, ama organizasyondan eser seçimine daha çok özen gerekiyor.
Eserler arasında en çok dikkatimi çeken Mardinli sanatçı Şefik Özcan’ın ‘Aynan olacağım’ adlı 1 liralıklardan oluşan eseri ve videosu oluyor.
Eser kadar ismi de başarılı.
Hatırlatalım, ‘Mitolojiler’ başlıklı Mardin Bienali 15 Haziran’a kadar devam ediyor, görmek için hâlâ şansınız var.
Midyat’tan Hasankeyf’e
Mardin ve civarında bienalden rol çalacak, gezecek görecek çok yer var.
Deyrül Zafaran Manastırı’ndan Midyat’a, hatta Batman’a uzanıp Hasankeyf’e geçiyoruz.
Malum, UNESCO Dünya Kültür Mirası kriterlerinin 10’undan dokuzuna sahip dünyadaki tek yer Hasankeyf.
Sular altında kalması da, sayemizde, ne yazık ki an meselesi. Mezopotamya, özellikle de Mardin, her zaman büyülü ve gizemli olarak hatırlanıyor.
Gezdikçe görüyoruz, keşke o büyü ve gizemi daha iyi koruyabilseymişiz, o güzelim taş evlerin yanına diğer bütün şehirlerimizde yaptığımız gibi korkunç binalar dikmeden…
Korunmuş bölge: Mardius Tarihi Konak
Mardin’e gitmek için başlı başına bir neden, Mardius Tarihi Konak.
Eski Çarşı’da Ulu Cami’nin yanından girip aşağı doğru yürüyorsunuz, kaybolduğunuzda Ensari Evi diye soruyorsunuz.
Kökleri Eyüp Sultan’a uzanan Ensari ailesine ait olan ev, aile fertleri tarafından restore ettirilmiş, tamamen aslına sadık kalınarak.
Elektrik kabloları bile duvarları delmeden tavandaki avizeleri asan zincirlerin içine gizlenmiş. Her türlü detay düşünülmüş.
10 odalı butik otel sadece otel müşterilerine hizmet veriyor, dışarıdan yemeğe ya da kahveye gelemiyorsunuz.
Bunu da en iyi hizmeti verebilmek için tercih ettiklerini anlatıyor Günal Ensari.
10 odanın 10’una da eskiden orada yaşayan aile büyüklerinin adı verilmiş.
Hepsi birbirinden özenle dekore edilmiş, yatak örtüleri bile Caroline Koç-Banu Yentür’ün markası Haremlique imzalı.
Mardin’in gastronomisiyle ön plana çıkması için çalışmalar yapan bir şef var mutfakta.
Konakta aile yaşarken ne pişiyorsa şimdi de o yemekler var. Peyran çorbası, sembusek, kaburga dolması, zingil tatlısı gibi…
Mardin’e yolunuz düşerse ne yapıp edip Mardius’u görün. Şimdilik tek eksiği, alkol servisi olmaması. Ama itiraf etmeliyim, Ensari ailesinden, meyan kökü şerbeti eşliğinde farklı dinlerden, dillerden komşularla olan iyi ilişkileri dinlerken gözünüz eksik görmüyor.