Yarın sabah maratona geliyor musunuz? Hayır, bu hafta maraton gibi geçen Contemporary Istanbul ve sanat haftasından bahsetmiyorum.
Konumuz, Vodafone İstanbul Maratonu.
Bildiğimiz Avrasya maratonunun geçen yıl yenilenen resmi adı bu. Boğaz Köprüsü’nden yürüyerek geçip, bol bol selfie yapıp, Instagram’da övünerek paylaşabileceğimiz yılın tek günü.
Koça ihtiyaç mı var?
Haklısınız, İstanbullu’ya her gün maraton. Hayatımız oradan oraya koşturarak ve hatta çoğunda engeller atlayarak ve atlatarak geçiyor. Oysa biz çocukluktan karşıyız koşmaya. “Koşma terlersin” sözüyle büyümedik mi zaten? “Koşu sağlığa zararlı, aman dizler sakatlanabilir” diye avuttuk kendimizi. Oysa bütün dünya koşuyor sokaklarda, parklarda.
Çoğumuzun koşacak bir parkı yok. Şanslılar Maçka Parkı ya da Yıldız Parkı’nda koşuyor, daha da bol vakti olanlar Boğaz’da uzun uzun yürüyor. Şeyda Coşkun’lu ya da Şeyda Coşkun’suz. İşte bir tek bizde yürümek için bir koça ihtiyaç duyuluyor. Çünkü tek başımıza yürümekten bile aciziz! Eminim Şeyda Coşkun’un yürümek dışında da faydası vardır ama kabul etmek lazım, böyle bir manzarada yürümek için, disipline olmak için dışarıdan yardıma ihtiyaç duymak bir tek bizde olabilecek bir şey.
4-5 yıl önce Avrasya Maratonu’na katılan ünlüler magazin sayfalarını, köprü üstünde halay çekenler, mangal yapanlar ise birinci sayfaları süslemişti. Ama maratonla ilgili pek bir şey öğrenememiştik.
Maraton maratonluktan çıkmış, köprünün halk açılımı olmuştu.
HEDEF YEDİNCİ SIRA
Oysa geçen yıl büyük bir ilerleme kaydettik. İstanbul bütün iniş çıkışlarıyla ne kadar zor bir parkur olsa da; hedef, dünyanın en iyi yedinci maratonu olabilmek. Tokyo, Boston, Londra, Berlin, Chicago ve New York’tan sonra gelebilmek.
Geçen yıl İstanbul Maratonu’na 97 ülkeden 20 bin kişi katıldı.
Ben de katılanların arasındaydım, tabii 42 km’lik maratona değil, 8 km’lik halk koşusuna.
Göğsümde yarış numaramın yanı sıra bir de gopro kamera taşımıştım. Kamera sayesinde Boğaz Köprüsü’nde bir de filmim oldu.
Hem yarışın kendi çapımda belgeselini çektim, hem de görüntülerin üstüne konuşarak, bir nevi dış sesle olan biteni anlattım, minik röportajlar yaptım. Ah bir de yarış heyecanından kamerayı ters takmasaydık, o zaman hiçbir müdahaleye gerek kalmadan harika bir filmim olacaktı. Neyse ki teknoloji sağolsun, görüntüler anında tepetaklak edildi. Bu yıl İstanbul Maratonu’na istediğim kadar hazırlanamadım. Kameralarım, çipli ayakkabılarım hala hazır değil ama yine de niyetliyim yarın 8 kilometreyi tamamlamaya.
Üstelik köprüyü geçer geçmez “Hadi kahvaltıya gidelim” diyenlere uymamakta da kararlıyım bu sefer.
8 KM İLE BAŞLAMAK...
Peki ama madalya mı takacaklar tamamlayınca?
Evet ve itiraf etmeliyim, ben o madalyaları seviyorum ve saklıyorum. Hatta geçen yıl Vodafone İstanbul Maratonu Basın Teşvik ve Vefa Ödülü’nü kazandığımı duyduğumda çok sevinmiştim, benim kadar spora geç başlayan biri için spora teşvik ödülü almak önemliydi. Evet, belki şimdiye kadar katıldığım halk koşularının hepsini toplasanız bir maraton etmez. Ama olsun halk koşusu da beni heyecanlandırıyor.
Üstelik halk koşusuna katılarak da bağış toplayabiliyor, bir sosyal sorumluluk projesini destekleyebiliyorsunuz. Bir yerden başlamak lazım, değil mi?