New York’tan, Londra’dan restoran ithal edip duruyoruz.
Her yerde uluslararası bir zincirin halkası karşımıza çıkıyor.
Buna rağmen artık herkes kendine özgü bir özelliği olan küçük mekânlara yöneliyor. Büyük zincirler yerine küçük yerler tercih ediliyor.
Kabul etmeliyiz, İstanbul’da yeme-içme sektöründe büyük bir gelişme var.
New York’a ya da Londra’ya her gittiğinizde uğramayı sevdiğiniz restoran da İstanbul’da bir şube açıyor.
Önce bir heves gidiyorsunuz, mümkünse herkesten önce gidip nasıl olmuş diye bir karşılaştırma yapıyorsunuz.
Mutlaka bir fikriniz olsun istiyorsunuz.
Ama yine de o mekânın müdavimi olmuyorsunuz.
Jamie Oliver’dan Tom Aikens’a ünlü şeflerin en standart mekânları da açılıyor.
Yemekler organik malzemelerden gerekçesiyle fiyatlar yükseldikçe yükseliyor.
Oysa tadına baktığınız zaman anlıyorsunuz, yemekten çok dekora, tanıtıma özen gösteriliyor.
Evet, “İstanbul’da artık kiralar dünya metropollerinden daha pahalı” deniyor.
“Bu da fiyatlara yansıyor tabii” diye ekleniyor.
Bir kere gidiyorsunuz, iki kere gidiyorsunuz.
Sonra o her yerde aynı mekânları görmekten sıkılıyorsunuz.
Çok sevdiğiniz bir mahalle kafesi bir zincir haline geliyor.
O ilk gittiğiniz, sevdiğiniz halinden eser kalmıyor.
Önce yemekler kötüleşiyor, sonra servis aksamaya başlıyor.
İşte o zaman da ister istemez eliniz ayağınız çekiliyor o ilk sevdiğiniz mekândan.
Mekânlarda da “kahraman bakkal süpermarkete karşı” durumu söz konusu.
Uluslararası zincirlerle rekabet etmek tabii ki kolay değil.
Onlar önce isim ve marka avantajıyla başlıyor.
O avantajdan da sonuna kadar faydalanıyorlar.
Tabii ki zincirler de olmalı, yaşamalı.
Ama onlardan başka seçme şansımız da olmalı.
Kendine özgü yerlerin olması bir şehir için çok önemli.
Küçük ama ruhu olan yerler istemek en doğal hakkımız.
Özellikle de bu şehirde dünyanın en vasat yemeklerini en pahalı fiyatlara yediğimiz düşünülünce.
Yabancı restoranların İstanbul imtihanı
İstanbul yeme-içme hayatında yemek her zaman ikinci planda kalır.
Merkezi lokasyon, görme-görünmeye uygun ortam daha önemlidir.
Vasat bir yemeğe fahiş fiyatlar vermek çoğu zaman şaşırtmaz.
Genelinden memnun kalındıysa, yemek çok iyi olmasa da olur.
Zorlu Center’daki Ristorante Italia di Massimo Bottura aksine yemeğiyle öne çıkmaya çalıştı, olmadı.
Tabii bunda yanlış lokasyon da etkiliydi.
Aynı yıl Massimo Bottura’nın Modena’daki Osteria Francescana’sı dünyanın en iyi birinci restoranı seçildi S. Pellegrino’nun En iyi 100 restoran listesinde.
Şimdi ise Jamie Oliver’ın Zorlu Center’daki Jamie’s Italian’ı kapandı.
İstanbul, daha önce de çok yabancı marka harcadı.
Aralarında çok iyiler de vardı, çok vasatlar da.
İyiler İstanbul yeme-içme hayatının dinamiklerini çözemedi, yerli uzmanlara danışmadı, danışsa da dinlemedi.
Vasatlar ise zaten baştan neden getirildi anlaşılamadı.
İstanbul yabancı markaların dünyada belki de en çok zorlandıkları şehirlerden biri.
Çünkü yeme-içme hayatını ayakta tutan belli bir kitle var ve o kitle hızlı tüketiyor mekânları.