San Sebastian’daki Gastronomika 2016’dan izlenimlerle devam ediyoruz.
Dünyanın gastronomi sahnesindeyiz.
Güne önce, yıllarca dünyanın en iyi restoranı seçilen El Celler de Can Roca’nın kurucularından Josep Roca ile şarap tadımı ile başlıyoruz.
Şarap uzmanlarının gözlerinin faltaşı gibi açıldığı müthiş bir liste var önümüzde.
Sadece Petrus gibi pahalı marka etiketleriyle değil, aynı zamanda özenle seçilmiş rekoltelerle tavlıyor uzmanları Josep Roca.
Diğer yandan zirvedeyken kapanan ve gurmelerin hevesini kursağında bırakan El Bulli’nin şarap uzmanı Ferran Centelles ile tanışıyorum.
Şef Ferran Adria, El Bulli’yi kapatıp bir vakıf kurarak çalışmalarına devam ediyor.
Barselona’da Tickets diye bir tapas barı var.
Kardeşi Albert Adria da, havyar görünümlü renkli zeytinyağı çeşitlerini piyasaya çıkarmaya hazırlanıyor.
Şimdi ise El Bulli geri dönüyor, vakıf bir müze gibi koruyor restoranı.
Restoran olarak değil ama gezilecek görülecek, sadece özel davetlere ev sahipliği yapacak bir alan olacağını öğreniyorum Ferran Centelles’ten.
Ayrıca, El Bulli’nin arka arkaya onlarca kitabını yayımlamaya hazırlanıyorlar.
İşte Adria kardeşlerden Roca kardeşlere dünyanın en iyi restoranlarının sahibi şefler arasındayız.
Ve konuk ülke Türkiye...
Türkiye’yi nasıl daha iyi temsil ederdik?Önce Maksut Aşkar, Türkiye’nin kültürel zenginlikleriyle başlıyor, İstanbul Ermeni mutfağından topik tarifiyle.
Hem çok kültürlü olmamızın altını çiziyor, hem yemeklere kattığı yorumlarla etkiliyor.
Daha sonra Mehmet Gürs çıkıyor sahneye, Anadolu’nun geçmişinden günümüze, geleceğine, yerel üreticilerin önemini vurgulayarak anlatıyor.
Köylerdeki üreticilerin fotoğraflarını da paylaşarak ama asla duygu sömürüsü yapmadan.
Tam Türkiye bu kadar iyi temsil edilebilir diye düşündüğüm noktada sahneye Kiva’nın şefi Deniz Şahin çıkıyor.
Belli ki çok heyecanlı, heyecanını yenemiyor ve konuşması yetersiz kalıyor.
Sadece konuşma değil hayal kırıklığı yaratan, aynı zamanda Türkiye mutfağından mezeleri temsil edecek restoran, mutfak, şef deyince aklımıza Kiva gelmiyor.
Daha sonra ise izleyicileri şaşkına çeviren bir konuşma daha var sırada.
Günaydın’ın kurucusu Cüneyt Asan çoban kılığıyla sahneye çıkıyor ve gastronomi konuşulması gereken yerde Türkiye’ye gelin, bizi yalnız bırakmayın çağrısı yapıyor.
İzleyiciler ne olduğunu tam olarak anlayamıyor, sadece gülmekle ve ayıp olmaması için alkışlamakla yetiniyor.
Bir ilkokul müsameresi tadında geçiyor konuşma, doğrusu bu kadar önemli gastronomi insanının önünde böyle olmamalıydı diye üzülüyorum.
Evet, D.ream grubu belli ki Gastronomika’ya katılmamıza destek olmuş ve iki restoranıyla konuşmacı olarak katılmış.
Ama D.ream yönetimi bu konuşmacıları seçerken kendi markaları arasından daha özenli olabilir ve Türkiye’yi çok daha iyi temsil edecek isimler seçebilirdi.
Söz konusu olanın dünyanın gastronomi sahnesi olduğunu göz önünde bulundurarak.
Çünkü ne meze denince aklımıza Kiva geliyor, ne de kebap denince Günaydın.
Biz Günaydın’ı etçi olarak tanıdık, kebapçı olarak değil.
Türkiye sokak lezzetlerinin tanıtıldığı alanda ise vasat bir köfte ekmek ve katmer satışı var.
Bu, önümüze her yıl gelecek bir fırsat değil, tanıtımımız için son derece önemli.
Hatalarımızdan ders almalıyız.
Yemekle çağdaş sanat arasındaki benzerlikSon zamanlarda ne iş yaparsanız yapın, ne yaptığınızdan çok, nasıl bir hikayeniz olduğu önemli.
Çağdaş sanatta bir esere baktığınızda size hiçbir şey ifade etmedği oluyor, ama yanında verilen açıklamada öyle bir hikâye yazıyor ki, birden iş eser statüsüne geçiyor.
Aynı şey şimdi yemekte de geçerli.
İyi bir hikâyeniz varsa, yemeğin lezzetinden daha önde başlıyorsunuz. Oysa yemek bu kadar komplike olmamalı.
Daha basit ama lezzetli olması daha zor ama daha önemli.
6 Kasım’ı bekleyin!Geçen yılın en güzel yerli gastronomi etkinliğiydi ‘Yemeğini Keşfet’.Bu yıl ‘Kazandığını topluma geri vermek’ temasıyla yapılıyor.
Konuşmacılardan biri de dünyanın en iyi restoranı seçilen Osteria Francescana’nın şefi Massimo Bottura.Şaşırıyorum, dünyanın en iyisi seçildiği yıl İstanbul’daki restoranını kapatmak zorunda kalan Bottura’nın konuşmacı olarak da olsa İstanbul’a geri gelmesine. Ama Bottura kararlı, İstanbul’daki başarısızlığını belli ki kendi başarısızlığı olarak görmüyor ve bağımsız etkenlerden kaynaklandığının farkında ve bunun için de İstanbul’u cezalandırmıyor. 6 Kasım’ı heyecanla bekliyoruz.
Rüzgar Çetin meselesiBöyle bir durumda iki taraf arasındaki anlaşma sadece tarafları ilgilendirir.
Şikâyet geri çekilebilir, kan parası diye bir şey olduğu böyle acı durumlarda öğrenilebilir.
Hayatın gerçekleri bunlar.
Rüzgar Çetin’in serbest kalmasına lafım yok.
Zaten böyle bir vicdan azabı ömür boyu kalır geriye.
Ama anlamadığım tek şey, alkollü otomobil kullanırken bir kişinin hayatını kaybetmesine neden olup 6 yıl 3 ay hapis cezası verilen bir kişinin tahliye edilince ehliyetine sadece 1 yıl 6 ay el konması. Sırf alkollü araç kullanmanın cezası bile 6 ay ehliyete el konulması iken, bu kararda bir matematik hatası yok mu?