Dün sabah evden çıktım, çok yakında oturan bir arkadaşıma gidiyorum.
Daha sokakta iki adım attım, bir sosyal medya kahramanına yakalandım.
Elindeki telefonu bana doğru tutup “İşte karşınızda Milliyet gazetesi yazarı Çağdaş Ertuna” diye anons geçti.
Belli ki canlı yayındayız.
Yüz binler izliyor olabilir.
Siz önemli biri olduğunuz için değil, başkalarının yapacak daha önemli bir şeyleri olmadığı için.
Bir yandan Snapchat’e saydırıyorum içimden, bir yandan şükrediyorum ev haliyle kendimi sokağa atmadığıma.
Ya arkamı dönüp kaçacağım ya ‘catwalk’ yürüyüşüne geçeceğim.
Başka şansım yok.
Günaydın yok, merhaba yok, izin isteme yok, haber verme yok.
Sen Oscar gecesi bizimkilerin canlı yayınına laf mı edersin, al sana...
Üstüm başım düzgün, makyajım yok ama güneş gözlükleriyle idare ederim diyorum yine içimden.
Sorular başlıyor: “Nereden geliyorsun?”
“Evden” diyorum gülerek, neyse ki 15 yıllık gazetecilik hayatımda objektif görünce gülümsemeyi öğrendim.
Sorular hızla devam ediyor, ben sormaya alışığım, yanıtlamaya değil...
Bir de efektler ekleniyor üstüne, kaçmaya çalıştıkça daha da maymun oluyorum, eskiden lunaparklarda insanları çirkinleştiren aynalar şimdi Snapchat’te.
Herkes pek bir eğleniyor yüzünü gözünü şekilden şekle sokarak, henüz anlam veremiyorum.
Benden yeterli coşkuyu alamayınca, sosyal medya devrinin popüler tabiriyle, konuya yeterince “yükselemediğimi” görünce başlıyor Snapchat’in faydalarını anlatmaya.
Sonuç, birçok ünlü ismin yayınına göz atıyoruz ayaküstü.
Ananas-yumurta diyetinden pilates derslerine artık klasikleşen detaylarla başlıyor, sabahtan akşama her anlarını bir çırpıda geçiyoruz.
Sanırsınız, herkes dizilerdeki hayatları yaşıyor, dert tasa yok, neredeyse kahvaltıya bile düğüne gider gibi inilecek.
Yok gibi duran makyaj
Snapchat daha samimi, daha kişisel, daha filtresiz diyorlar,
aynı yokmuş gibi duran kat kat makyaj gibi...
Malum, sosyal medyada gördüğümüz her şey kurgulanmış aslında.
Snapchat’te değişen tek şey: Kurgunun hızı ve kurbanı.
Herkeste sürekli bir kameralara gülümseme hali, yüzlerde sürekli en sahte ifadeler...
Zaten izlemek, dikizlemek kadar zevk vermiyor.
Her an ulaşılabilir olmak biraz gizemli olmanın yerini tutmuyor.
Hiç bitmeyen bir yayın bir süre sonra bağımlılık haline dönüşebildiği gibi, safi kirlilik haline de dönüşebiliyor.
Kimseye 7 x 24 kesintisiz takip edecek kadar hayran olamıyoruz.
Belki de o yüzden starlar, TV dizileri, mekânlar, hatta ilişkiler bile bu kadar kısa ömürlü oluyor.
Yıllarca televizyona aptal kutusu dedik, şimdi ise telefona akıllı diyoruz, bu içeriğe rağmen...
Yeni sevgi ölçüsü: Telefon
Nedeni basit, telefondan gelen her mesaj sesi, her beğeni sevildiğimizi ve istendiğimizi hissettiriyor.
Artık akıllı telefonumuzu evimizin yerine koyuyoruz.
Sosyal ağlar sayesinde sevdiğimiz insanlar, fotoğraflar ve hatta müziklerle dolduruyoruz.
Biraz durabildiğimizde seviniyoruz, ‘anı yakalayabildiğimiz’ için, biraz doz aşımına uğradığımızda ise hemen “Sıradaki?” diyoruz...