Nişantaşı City’s’in sinema katı hiç olmadığı kadar kalabalık. Nedeni basit, İstanbul Film Festivali’nin sayılı yerlerinden biri Citylife sinemaları.
Bir yanda festivali AVM’lerde takip etmekten hoşlanmayanlar, bir yanda konforundan ödün vermek istemeyenler, bir yanda da festivali takip eden ama filmlere yeterince hakim olmayanlar.
Daha yürüyen merdivenlerde konuşmalara şahit oluyoruz, “Büyük Budapeşte Oteli’ni izlemek çok istiyorum ama bilet bulamadım” diyenlere.
Hepsini durdurup tek tek “Film çoktan vizyona girdi, sabah 11.00’den gece 21.00’e her seansta oynuyor” demek istiyorum ama neyse ki kendimi tutuyorum. Ne de olsa, festival filmi izlemek isteyenlerin vizyon filmiyle imtihanı farklı!
Evet, festivalin en heyecanla beklenen filmlerinden ‘Büyük Budapeşte Oteli’ geçen cuma itibarıyla vizyona girdi.
Wes Anderson’ın 8’inci filmi.
Son zamanlarda izlediğim en etkileyici filmlerden. Animasyon değil ama çizgi roman tadında.
Senaryo, dekor, kostüm ve en çok da her sahnenin müthiş bir koreografisi olması etkiliyor. Tabii bir de bol yıldızlı dev kadro.
Kimler mi var? Ralph Fiennes, Bill Murray, Jude Law, Adrian Brody, Edward Norton, Tilda Swinton, Saoirse Ronan, LÈa Seydoux ve Owen Wilson gibi isimler. Ayrıca bellboy ‘Zero Mustafa’ rolünde ilk kez izlediğimiz Tony Revolori de oyunculuğuyla dikkat çekiyor.
Favorilerim değişmiyor, Adrian Brody ve Tilda Swinton.
20. yüzyılın başlarında iki savaş arasında geçiyor hikaye. Avrupa’nın hayali Zubrowka şehrinde bulunan Büyük Budapeşte Oteli’nde bir döneme tanıklık ediyoruz.
‘Gustave H’, otelin işleyişini büyük bir profesyonellikle idare eden, müşterilerini en ince ayrıntılarına kadar tanıyan bir konsiyerj görevlisi.
Bir gün otele bellboy görevlisi olarak ‘Zero Mustafa’ adında genç bir adam geliyor ve kısa zamanda birbirlerinin sırdaşı oluyorlar.
Bu sırada ‘Gustave’ın yaşlı sevgilisi Madame D. esrarengiz bir şekilde hayata veda ediyor. ‘Gustave’a miras olarak paha biçilmez bir Rönesans tablosu bırakıyor ve bunun açıklanmasıyla aile içerisinde büyük bir karmaşa çıkıyor. ‘Gustave’ ve ‘Zero’ belalarla dolu bir maceranın peşindeyken yaşadıkları şehir, büyük bir savaşa doğru sürükleniyor.
Filmde bir sürü şey oluyor, aynı zamanda da tuhaf bir durağanlık var. Aralarda da harika detaylar sık sık güldürüyor.
Hâlâ izlemediyseniz kaçırmayın!
KOCAN KADAR KONUŞ
Filmden çıkışta alt kattaki D&R’da buluyorum kendimi.
‘En çok satanlar’ arasında arkadaşımız Şebnem Burcuoğlu’nun ‘Kocan Kadar Konuş’ kitabına takılıyor gözüm. Hemen alıyorum ve akşam bir çırpıda okuyorum. Akıp gidiyor, çabucak okunuyor.
“Türkiye’de kadınların DNA’larına kodlanmış olan evlenme saplantısı, ne yazık ki bizim ailede daha yoğun. Millete ailesinden genetik miras olarak mavi göz kalır, bize bu evlenme saplantısı kalmış. ‘Sinek kadar eri olanın dağ kadar feri olurmuş’ atasö-zü anneannem Peyker’in lafıdır. Yani o sözü söyleyen ata, bizzat benim anneannem! Sözün özü, kocan varsa varsın, yoksa da geçmiş olsun. Hele ki bir de 30’una gelip de bekar kaldıysan bu dünyada yatacak yerin yok!” diyor baş karakter ‘Efsun’.
Bölüm başlarında Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’sından alıntılar da yapıyor. İnce ince
güldürüyor.
Boşuna ‘En çok satanlar’ arasında değil.
Gülmek istiyorsanız bir an önce okumakta fayda var.