Yurt dışına çıkınca ilk iş Türk restoranına koşanlardan yok bir farkımız! 11 saatlik New York uçuşundan sonra, ‘Pek Yakında’yı daha yeni izledikten sonra, otele bavulları bırakıp doğru Lincoln Center’a koşuyoruz. Cem Yılmaz’ı izlemek için...
Lincoln Center’ın önü kalabalık. Gişede uçsuz bucaksız bir kuyruk, karaborsada bilet arayanlar, önlerde yer bulamadı diye şikayet edenler var...
Bizde adetten, herkes en önde olmak istiyor. Cem Yılmaz’ı hangi sıradan izlediğinizin aslında bir önemi yok. Ses düzeninde sorun olmadığı sürece. Ama olsun önde olunca daha önemli hissediyoruz kendimizi.
Salonda izleyicilerin yerleşmesi uzun sürüyor. O arada Cem Yılmaz sahneye çıkıp konuşmaya başlıyor.
New York’a uzun zamandır gelmemiş ama bir gün bile yetmiş gözlemlemek için. Biraz daha kalsa, kimbilir daha neler çıkarır kültür farklılıkları ile ilgili.
Her gösterisinde olduğu gibi yine kahkahalarla gülüyoruz, dev salon inliyor ama çıkışta birbirimize anlatacağımız çok şey kalmıyor aklımızda.
Çünkü o kadar hızlı konudan konuya atlıyor ki, hepsini akılda tutmak mümkün değil. Hangi espri sevildi, hangi espri sevilmedi anında fark ediyor ve ona göre ilerliyor.
Söz konusu Cem Yılmaz olunca daha acımasız oluyoruz. Herkeste bir “Yine aynı şeyleri mi anlatacak?” soru işareti oluyor. Belki de DVD’lerin etkisi bu. Çünkü her seferinde farklı şeyler anlatıyor. Tabii ki kendi hayatıyla ilgili değiştiremeyeceği bölümler kalıyor.
“TOMASIZ PARK MI OLUR?”
New York’taki bir gecemizi, İstanbul’da da izleyebileceğimiz Cem Yılmaz’a ayırmaktan memnun muyuz? Hem de nasıl...
ABD ile ilgili beyin göçünden büyük beden ölçülerine her şey hakkında söyleyecek bir sözü var.
En çok çocukken Almanya’dan gelenleri Haribo olarak gördüğünden başlayıp, şimdi Türkiye’de herkesin Amerika’da olanları birer iPhone olarak gördüğünden bahsedip “Hepiniz birer iPhone 6’sınız”demesine gülüyoruz. Hakikaten Amerika’ya gidip de iPhone 6 siparişi almayan yok! Neyse ki şimdilik mağazalarda bulunmuyor, böylece uğraşma derdi de kalmıyor.
Daha sonra Central Park’tan bahsediyor Cem Yılmaz. “Bu ne biçim park, koca parkta bir Toma yok. Devlet size iyi bakmıyor, Tomasız park mı olur?” diyor. “Bizde küçücük parkta 22 tane var” diye ekliyor.
Bir izleyici “Türkiye çok değişti” diye serzenişte bulununca “Burdan söylemeyin, gelin birlikte çalışalım” diye cevabı yapıştırıyor.
HABERLERE ÜZÜLMESİ ŞAŞIRTTI
Evlilik, boşanma ve çocuk konularında da anlatacak çok hikayesi var. “Üçlü kanepeyle daha iyi anlaşıyorsanız, boşanıyorsunuz” diyor. Tarkan’dan Teoman’a birçok isme de gönderme yapıyor. Tarkan ve Michael Jackson dansları da görülmeye değer.
Lincoln Center alkışlarla değil, kahkahalarla inliyor. Alkışları Cem Yılmaz kendi durduruyor, zaten gülmekten alkışlayacak hal de kalmıyor kimsede.
New York’ta karşılaştığımız bütün Türkler “Bir gece yetmedi, birkaç gösteri daha olmalıydı, bilet bulamayanlar çok” diyor. Bilet fiyatlarının yüksekliğinden şikayet etseler de...
Buna rağmen ABD’den Türkiye’ye “Cem Yılmaz New York’ta boş salona oynadı” haberleri yayılıyor.
Beni en çok gerçeği bilmesine rağmen Cem Yılmaz’ın bu yalan haberlere üzülmesi şaşırtıyor; gülüp geçemiyor işte.
Bizim kadar derisi kalınlaşmamış bu kadar yıllık tecrübeye rağmen.
Oysa onun gibi kaç kişi var ülkede, ABD’ye gidip de New York’tan Miami’ye böyle dev salonları doldurabilecek?