Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Son 30 yıldır beslenme ve spor hakkında bildiğimiz her şey yanlış. Gıda endüstrisinin görmenizi istemediği film” diyorlar ‘Fed Up’ için.
Gerçekten de son zamanlarda izlediğim en tüyler ürpertici belgesel, Stephanie Soechtig ve Katie Couric imzalı ‘Fed Up’.
Malum, uzmanlar diyet ürünler ve daha çok hareket ederek zayıflayabileceğimizi iddia ediyor. Oysa “Beslenme düzeni, bunun için de gıda üretimi değişmeden bu mümkün değil” diyor ‘Fed Up’ belgeseli.
Bu hızla giderse, 20 yıl sonra ABD nüfusunun yüzde 95’i obez olacak. İşin kötüsü, obezitenin zayıflıkla ya da şişmanlıkla da ilgisi yok.
Çok zayıf insanların da iç organları yağlanınca; klinik olarak obez sayılıyorlar. Hatta bunun için bir kısaltma bile yapmışlar, TOFI (Thin Outside, Fat Inside/Dışarıdan Zayıf, İçeriden Şişman.
Giderek beslenme alışkanlıkları evrensel olduğu için bu sadece ABD’nin sorunu değil. Tehlike hepimizi bekliyor.

KOKAİN Mİ, ŞEKERLİ SU MU?
Belgesel, obez çocukların hayatlarını da anlatıyor. Her gün düzenli spor yapan obez çocuklar, diyet ürünlerle beslenip yine de zayıflayamıyor. Bunun da çeşitli nedenleri var. Öncelikle yiyeceklerde yağ oranını düşürdükçe, üreticiler lezzeti kaybetmemek için şekere yükleniyor ve şeker aslında daha zararlı.
1980’lerde tip 2 diyabet hastası çocuk vakası hiç yokken, şimdi ise ABD’de 60 bin civarında, tip 2 diyabet hastası çocuk var. Şeker insülini artırıyor, insülin de yağ birikimini.
En fenası da şeker bağımlılık yapıyor. Bunu da farelerle yaptıkları deneyle kanıtlıyorlar. Deney farelerinin yüzde 93’ü kokain yerine şekerli suyu tercih ediyor.
“1 kase şekersiz mısır gevreğiyle, 1 kase mısır gevreksiz şeker yemek aynı” diyor ‘Fed Up’.
Kahvaltıda bir bardak portakal suyu içip bir kase mısır gevreği yemek bile günlük şeker ihtiyacınızdan fazlasını almanıza neden oluyor.
Marketlerdeki ürünlerin ambalajında bir tek şekerin yüzdesinin yazılmamasına dikkat çekiyor belgesel.
‘Fed Up’ı izledikten sonra, bir süre markette aldığınız her şeyin etiketini birkaç kez okuyorsunuz.

ETİKETLERİ OKUYUN
İçindekilerden şeker ve protein oranına kadar hepsini hatmediyorsunuz. En sağlıklı ya da düşük kalorili sandığınız ürünlerin aslında ne kadar da zararlı olduğunu görüyorsunuz. Her şeyden alınan kalorinin aynı olmadığını, meyveden alınan kaloriyle koladan alınan kalorinin aynı olamayacağını sorgulamaya başlıyorsunuz.
Sanırım, bir süre böyle gider ama sonrasında Morgan Spurlock’ın ‘Super Size Me’ adlı belgeselini izleyip de hâlâ fast food zincirlerinde patates kızartması yiyebilen bünyelerde ‘Fed Up’ın da ne kadar etkili olacağı tartışılır. Yine de mutlaka izleyin...

BILL CLINTON’IN İTİRAFI
Belgeselde Bill Clinton da konuşuyor, mısır şurubunun zararını anlatıyor. Sonrasında da itiraf ediyor, kendi başkanlık döneminde beslenme konusunda daha çok çalışma yapılmalıydı diye.
ABD’de okullarda yemek pişirilmesi Ronald Reagan döneminde kaldırılıyor. Böylece pizza ve hamburgercilerin okullara girişi başlıyor.
Sonrasında ise yapılan itirazlarda savunma hazır, pizzanın sosunda domates var diye, pizza da sebze sayılıyor, Amerikan yasalarına göre.
Bir süre sonra gıda üreticileri “Ketçap da domatesten yapılıyor, sebze sayılır” diye savunmaya geçiyorlar. Gerçi bizim beslenme uzmanı olduğunu iddia eden doktorlarımızdan da bunu savunanlar var ne yazık ki; ketçabın içindeki şeker oranına hiç bakmadan.

OBAMA NEYİ REDDEDİYOR?
Michelle Obama’nın obeziteye karşı başlattığı ‘Let’s Move’ kampanyasının neden başarısız olduğu belgeselde uzun uzun anlatılıyor.
Obama bu konuda çalışmaya başlayınca gıda şirketleri de ona destek olacaklarını açıklıyor. Böylece Obama’yı da bir nevi kandırıyorlar.
Bu belgesel için Michelle Obama röportaj talebini reddediyor, tıpkı gıda şirketleri gibi. Şaşırıyor muyuz? Hayır.