‘Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil’. İstanbul Tasarım Bienali’nin başlığı bu.
Böyle bir başlıkla ‘tasarım’ kelimesi birleşince karşınızda bir görsel şölen bulacağınızı zannediyorsunuz... Karaköy’deki Galata Rum İlköğretim Okulu’ndaki her bir işin önce görsel olarak ilginizi çekmesini, daha sonra da arkasındaki felsefeyi rehberlerden dinleyerek ya da yanındaki uzun yazılardan okuyarak öğrenmeyi bekliyorsunuz.
GÖRSEL DAHA GÜÇLÜ OLABİLİRDİ
Evet, bienalde büyük emek var; saygı duymamak mümkün değil ama doğrusu görsel olarak daha güçlü olabilirmiş.
Çıkışta, rehber eşliğinde gezmesem; neredeyse hiçbir işin önünde durup da uzun uzun yazıları okumazdım diye düşünüyorum çünkü o yazıları okutmak için gereken tasarım ve görsellik ne yazık ki çoğu işte yok.
Artık bırakın geleceği, günümüzde hangimizin bir sergi gezerken bu kadar uzun yazılar okumaya sabrı var?
Ya da elimizde telefonlarla beğendiğimiz kareleri daha çok ‘like’ alma uğruna daha iyi açılardan görüntülemeye çalışırken; kaçımız yanımızda bir rehber ister ki?
Bu arada hakkını verelim, rehberler sergiye son derece hakim.
BİENAL'DE ANA KONU: YEMEK
Bienalde en çok dikkatimi çeken, yemeğe bu kadar geniş bir yer ayrılması oluyor.
‘Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil’ derken ilk aklımıza gelen yemek mi?
Önce karşıma İngiliz yemek tarihçisi ve sanatçı Tasha Marks’ın ‘Bu Şeker Dünyası Sınır Tanımıyor’ isimli şekerden yapılmış enstalasyonu çıkıyor. İngiltere’deki artık unutulmuş olan şekerden heykel yapma sanatı ile Türkiye’deki geleneksel kalıpçılık ve ahşap işleme sanatlarını birleştirmiş sanatçı. “Ortaya çıkan iş müthiş bir estetik eseri mi?” derseniz; hayır! En azından bana göre değil.
Beslenme alışkanlıklarını eleştiren bir diğer iş de ‘Lepsis: Çekirge Yetiştirme Sanatı’.
Mansour Ourasanah’ın tasarladığı mutfak robotunu andıran bir çekirge besleme ünitesi... Günümüzdeki et tüketiminini eleştiriyor ve çekirgenin önemli bir protein kaynağı olduğunu ve protein ihtiyacımızı ileride evde yetiştireceğimiz çekirgelerden alabileceğimizi vurguluyor.
Sık sık dünyanın en iyi restoranı seçilen, Kopenhag’daki Noma’da çekirge yemiş biri olarak, doğrusu pek de yadırgamıyorum; “Neden olmasın?” diyorum.
Daha sonra Karaköy’deki Lokanta Maya ile Tepebaşı’ndaki Gram’ın kurucusu Didem Şenol ile Elif Esmez ve Esra Acar’ın yaptığı ‘Palamut Zaman Çizelgesi’ dikkatimi çekiyor.
‘YETİŞTİRME MANİFESTOSU’ İYİ
Defne Koz ve Marco Susani’nin ‘Sadecesuekle’ adlı lezzet hapları ise belli ki geleceğin yemek alışkanlıklarını anlatıyor ama doğrusu ne estetik, ne de teknolojik olarak çocukluğumuzun uzay çağı çizgi filmlerinden bir adım öteye bile gitmeden...
En çok giriş katında yer alan İngiltere’den gelen Something&Son’ın ‘Ek-Biç, Ye-İç’ projesi kapsamındaki ‘Yetiştirme Manifestosu’nu beğeniyorum.
Yerden tavana kadar uzanan raflarda maydanozdan pazıya, dereotundan lahanaya kadar birçok yeşilliğin olduğu minik saksılar var.
Üstelik izleyiciler de hemen orada bir şey dikerek sergiye dahil olabiliyor. ‘Ek-Biç, Ye-İç’ yakında Taksim’de sağlıklı yaşam meraklılarına hitap edecek bir çorba ve salata mekanı açmayı da hedefliyor.
FAVORİM: TWITTER BORSASI
Bienalde en çok ilgimi çeken ise Twtrate imzalı ‘What hath 140 characters wrought’ projesi oluyor.
Bol ekranlı, telefonlu bir Twitter, fikir borsası yaratılmış. Hashtag’ler ile tıpkı ekonomi üzerinde yarattığınız gibi bir etki yaratabiliyorsunuz. İşte görsel olarak da fikir olarak da en çok sevdiğim iş bu oluyor.
SERGİLER ÜCRETSİZ GEZİLEBİLİR
Bienalde hayal kırıklığı yaşamamın nedeni artık bienallerden beklentimizin daha da yüksek olması. Çünkü çağdaş sanat fuarları da artık bienallerdeki kadar çarpıcı işler çıkarıyor karşımıza.
İşte bu yüzden Contemporary Istanbul’u ayrı bir heyecanla bekliyorum.
Yine de siz siz olun, bienali de 14 Aralık’a kadar mutlaka gezin.
Bir de hatırlatma yapayım, bienal sergileri ücretsiz.