Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Japonya, hayatta en çok görmek istediğim ülkeydi. Çizgi filmlerden sonra ‘Lost in Translation’, ‘Blade Runner’, ‘Kill Bill’ gibi filmlerle yer etmişti aklımızda. Her giden başka bir gezegen olduğunu anlata anlata bitiremiyordu. Sanki gerçekten de bu gezegende, dil ve alfabe farkından kaybolacağımı sanıyordum.
Oysa gelip görünce, şimdiye kadar duyduğunuz her şeyin aslında ne kadar abartı olduğunu görüyorsunuz. Tamam, Japonlar’ın çoğu sular seller gibi İngilizce konuşmuyor. Ama hepsi derdinizi anlamak için elinden geleni fazlasıyla yapıyor ve aynı dili konuşmasanız da bir şekilde anlaşıyorsunuz.
Her saatte, her bölgede sonsuz güvendesiniz. Depremde bile bir şey olmaz hissi hakim ülkeye. Daha ilk günden kendinizi uzun zamandır Japonya’da gibi hissediyorsunuz. Beyaz dantelli taksilerdeki beyaz eldivenli şoförleri yadırgamıyor, metroda kendi yolunuzu kendiniz bulabiliyor, sonra da sırf doğru yolda olduğunuz için bile mutlu oluyorsunuz.

HIZLANDIRILMIŞ TOKYO TURU
Tokyo’ya gelince; güzel bir şehir demek pek mümkün değil. Üstgeçitleri yüzünden gökyüzünü bile göremediğiniz, zaten parlak neon ışıklarından gözlerinizin kamaştığı tipik bir büyük şehir. Hiçbir bölgesi birbirine benzemiyor. Sanki farklı farklı şehirlerden oluşuyor gibi. Hayır, her köşe başında karşınıza bir suşici de çıkmıyor. İstanbul’da bile daha çok suşiciye rastlıyor olabiliriz.
Burada iyi suşiciler zaten en fazla 10 kişiye servis veriyor aynı anda.
Yapıldıktan sonra 45 saniye içinde tüketilmesini istiyorlar suşilerin. Bu durumda, suşi barlarda yer bulmak kolay değil. Üstelik yerlerini bulmak da kolay değil. Çünkü, çoğu binaların yüksek katlarına gizlenmiş durumda, sokak üstü değil.

ALIŞVERİŞ SEÇENEĞİ ÇOK
Tokyo’da alışveriş için, lüks mağazaların olduğu Ginza ve Omotesando gibi bölgeler var. Hem alışveriş, hem gece hayatı için bir de Ümit Benan’ın mağazasının da yer aldığı ‘Daikanyama’ var. ‘Aoyama’ ise lüks markalarla olduğu kadar, konsept mağazalarıyla da dikkat çekiyor. Hemen yakınında ise sokak stili ile ilgilenenlerin seveceği ‘Harajuku Sokağı’ var. Burada da minik dükkanları geziyorsunuz; desenli çoraplardan pembe-beyaz tütülere kadar, çizgi film karakterlerini andıran Japon genç kızların ilgisini çekecek birçok şeye rastlıyorsunuz.

GECE HAYATI NASIL?
Park Hyatt otelinde, ‘Lost in Translation’ın çekildiği New York Bar’dan, baş barmeniyle dünyanın en iyilerinden biri olan ‘High Five Bar’ gibi tipik loş ışıklı Tokyo barlarına kadar seçenek çok ama doğrusu onlardan ziyade ‘Golden Gai’ ilgimi çekiyor. Minik minik barlardan oluşan yanyana dizili sokaklar. Minik derken ancak 6-7 kişinin sığabileceği barlardan söz ediyorum. Hepsinin dekoru birbirinden farklı. Tokyo’nun eski ‘Redlight’ bölgesi. Şimdi ise gece hayatının önemli bir kısmı burada.
‘Womb’ gibi çok katlı elektronik müzik çalan kulüplere gitmek isterseniz o başka ama içkinizi içip hoşunuza giden bir müzik dinleyerek yanınızdakilerle sohbet etmek isterseniz ‘Golden Gai’ kesinlikle daha iyi bir seçenek. İşte o yüzden, biz de Kyoto dönüşü kendimizi Golden Gai’a atıyoruz. Minik barlar arasında seçim yapmakta zorlanıyoruz. Bazıları sadece üyelere özel. Yine de o kadar çok seçenek var ki, ertesi akşam da buraya gelmeliyiz diyoruz çıkarken...