Soho House’cuların sadece üyelere değil, herkese açık olan restoran zincirlerinden biri Pizza East.
Londra’da özellikle Shoreditch ve Portobello Road’daki şubeleri her zaman tıklım tıklım.
Türkiye’de ilk açılacağını duyduğumda, “Akaretler’de olmaz, kimse gitmez” demiştim, yanılmayı umarak.
2015 Mayıs’ında ise açılışından bir gün önce yapılan tadım yemeğine katılmış ve “Akaretler’in kaderi değişir mi, Pizza East Akaretler’i canlandırmaya yeter mi?” diye yazmıştım.
Evet, İstanbul’un en güzel yerlerinden biri Sıraevler.
Sıraevler’in yenilenmesi şehre büyük bir katkı aslında.
Ama ne denendiyse olmadı burada.
Bir W Otel dayandı.
Spice Market’lar bile dünyada hâlâ pırıltılı oldukları bir dönemde burada yapamadı.
Önce şehrin en havalı lüks butikleri bir araya geldi, olmadı.
Sonra sanat galerileriyle, tasarım dükkânlarıyla başka bir hava yaratıldı.
Her şeye rağmen hak ettiği ilgiyi görmedi Akaretler.
Hem de Beşiktaş’a ve Nişantaşı’na bu kadar yakın mesafedeyken...
Şair Nedim’in ara sokakları bile artık hareketlenirken Akaretler’in bir türlü hak ettiği yerde olmaması her önünden geçişte üzülmemize neden oldu.
Şimdi sadece Pizza East değil, Akaretler’in son umudu da yok oldu.
Tabii bunda sadece lokasyon değil, yemeklerin ve servisin bir türlü toparlanamamasının da etkisi çoktu.
Soho House etkilenir mi?
Peki ama Pizza East’in gidişi Soho House’u etkiler mi?
Soho House İstanbul, dünyadaki en büyük Soho House yatırımlarından biri.
Tek bir restoran yüzünden dev bir otel ve kulübün etkilenmesi mümkün değil tabii.
Özellikle de dünyada bu kadar büyük bir ataktayken ve tabii biz Türkler için kabul etsek de etmesek de yurtdışında önemli bir buluşma noktası olmuşken...
Hatırlatalım, ekim ayında Barselona’daki büyük açılışa hazırlanıyorlar.
ABD’deki bütün Soho House dergilerinin arka kapağında dev bir ilan var, “İstanbul’u ikinci eviniz yapın” diye.
Sırf bu bile Türkiye için önemli bir tanıtım.
İstanbul’da başarının formülü farklıDünyanın 1 numarası olabilirsiniz ama Türkiye’de bırakın 1 numara olmayı, ayakta bile kalamayabilirsiniz.
Bkz. Massimo Bottura.
Dünyanın en iyi 50 restoranı listesinde bu yıl ikincilikten birinciliğe yükseldi, Moderna’daki La Francescana ile.
Bir yandan restoranında Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg gibi isimleri ağırlıyor, bir yandan da Suriyeli mültecilere gıda desteği veriyor, kamplara gidip ekibiyle birlikte yemek pişiriyor.
Zorlu Center’da Ristorante Italia di Massimo Bottura’yı açtığında İstanbul için ne kadar önemli olduğunu uzun uzun konuşmuştuk.
Gastronomi turizmine büyük katkısı olması bekleniyordu.
Çünkü Massimo Bottura, diğer yıldız şefler gibi restoranını sahipsiz bırakmadı, İstanbul’a sık sık geldi, mutfağın başındaydı, bütün müşterilerle tek tek ilgilendi, bazılarıyla arkadaş bile oldu.
‘Never Trust A Skinny Chef’ adlı kitabıyla mutfağımıza
kadar girdi. Buna rağmen restoran ancak 14 ay açık kalabildi.
Türkiye’deki yeme-içme sektörüne yabancı kalmasalardı, daha uzun ömürlü olabilirdi.
İstanbul’un diğer metropollere göre farklı bir dinamiği var, başka bir şehirde başarılı olan formülle İstanbul’da başarı garanti değil işte.
Bizdeki ‘survivor’ modelini yabancıların anlaması
mümkün değil. Neyse ki büyük başarısızlıklar da yabancı yatırımcıları korkutmuyor ve
hâlâ uluslararası markalar Türkiye’de şanslarını deniyor.